22 Temmuz 2010

Başlat -> Programlar -> Donatılar -> Eğlence -> Galatasaray

"dostluk maçı" kisvesi altında yapılan maçta 7 sarı kart, 1 kırmızı kart, sahaya atılan meşaleler, hakemin maç anında soyunma odasına girmesi gibi çeşitli mevzulara sahne oldu.. Meşale dumanları altında yeşil zemini görmek için debelenmek kadar güzel birşey var mı acaba.. Uzak köşede bir top var ama kimin ayağında, ne oluyor, çözemedik.. Hayalgücümüzü kullanarak şöyle bir tespit yaptık; "hacı orada kesin Ortega Ergün'ü maymun ediyordur!"..

Taktiksel anlamda Aykut'un ciddiye aldığı ve bana göre başarılı olduğu bir karşılaşmaydı.. Hazırlık maçı olmasına rağmen oyuncu değişikliklerinden bile durumu ciddiye aldığını çıkartabiliriz.. Oyuna sonradan giren 3 kişi var; Deivid, Gökay ve Semih..

Ve Fenerbahçenin 10 kişi kalmasına rağmen oyun disiplininden kopmaması, Aykut'un takımı diri tutabilmesi çok olumlu gelişmelerdi..

Sonuç olarak ufak bir istatistiki bilgi;
Galatasaray'ın bize karşı övünebileceği tek istatistik olan hazırlık maçlarında tam 30 senedir yenemiyor olmamız.. Şimdi bu -çoğunun haberinin bile olmadığı- istatistik ise ellerinde patladı..

İşin cafcaflı bölümü, sonuç olarak 10 kişi iken öne geçtik ve gol yemedik..

Sonuç olarak;

21 Temmuz 2010

Clairefontaine Sistemi / Issiar Dia Transferi


Şu ana kadar yapılan iki yabancı transfer..
Stoch ve Dia..
Birisi 1989 doğumlu, diğeri 87..

İkisi de 1.70'in altında..
İkisi de hücum-kanat..
Pire gibi gençler, kahvesi yok, kumarı yok..
Asist özellikleri var, süratli arkadaşlar..
İki muhterem arkadaşımız da "gelecek vaad eden yıldız adayları" başlığı altında yorumlanıyor Uefa tarafından..

Bu transfer politikası beni ve arkadaşlarımı oldukça heyecanlandırıyor..

Şimdi sıra bu kanat oluşumunu kurduktan sonra, Alex ustamızın önüne leblebi gibi gol atacak topçu alınmasına geldi.. Mevcut kadroda böyle birisi yok.. Semih iyidir, hoştur, ama 'değildir'.. Güiza 'artık bi zahmet gitsindir'.. Gökhan 'hedef sapkınlığıdır' gibi çetrefilli mevzular var..

Dia hakkında az önce dostum 'pagan' sayesinde öğrendiğim bir kaç olay var, heyecanımı iki katına çıkardı..

Öncelikle şöyle birşey var ki, bizim patates tarlalarında yetişen, 20 yaşından sonra keşfedilen topçulardan değil.. Bu muhterem Le Centre Technique National ya da haberlerde söylediği gibi Clairefontaine mezunudur.. Burası bir futbol akademisi.. Fransa'da.. Haftasonları halı saha maçına gider gibi karşılaşmalar olmuyor.. Bu işin 'tam zamanlı' eğitiminin verildiği bir akademi bu.. Taktik, fizik, teknik, mental ve psikolojik eğitimi gibi çeşitli yüklemeler yapılıyor burada..

Bu futbol/spor akademisinden mezun olan diğer muhteremlerin arasında; Thierry Henry, Gallas, Saha, Anelka, Jerome Rothen gibi topçular var..

Pagan'ın da dediği gibi umarım top Dia'nın ayağının altından kaçıp taça çıktığı zaman uğultuların arasında 'topçu musun lan sen' gibi cümleler değilde, "hacı sen nasıl yetiştin oralarda, biraz anlat hele, belki bizde benzer uygulamaları yaparız" diyebilecek insan evlatları çıkar..




19 Temmuz 2010

Yuh be baba!


Geçen sene bu vakitler öğrenmiştim, benim valide hanım ile peder bey, aynı gün evlenmişler.. Önce bir yüzümü filan yıkadım, şaşırdım haliyle.. Daha sonra sıkı araştırmalarım sonucu farklı bilgilere ulaştım.. Düğünde yoktum ben, malum.. 1973'ün 19 Temmuz'unda olmuş bizimkilerin nikahı, düğünü filan.. Babamın damatlığı toz içinde, annemin gözleri şiş.. Zira klasik gelin arabasının arkasında gelin ve damadın baş harfleri dalgasında Gülseren ve Saadettin isimlerinin harf oluşumu çok ters bir etki yaratıyor babamda.. Damatlığın toz içinde kalmasının sebebi bütün süsleri, yazıları filan söküp atması, e gelinin gözlerinin ağlamaktan şiş olmasının sebebi de bundan ötürü..

Dünya Fenerbahçeliler gününde evlenmiş bizimkiler.. Uhrevi bir ortamda sorsalar, herhalde gerekçelerimden birisi olarak gösterirdim bu mevzuyu.. Bizimkilerin evlilik yıldönümü 19.07, herhalde ondandır Fenerbahçe dalgası..

Aynı soru futbola olan ilgim karşısında geldiğinde ise anlatacağım mevzu biraz daha çetrefilli olacak sanırım.. Valide bana hamile olduğu sırada sancısı tutmuş ve acilen hastaneye gitmişler.. Babam annemi hastanede bırakıp anında çıkmış, gitmiş..

Nereye?
E 1986 Dünya Kupası'nın Brazilyasını seyretmeye tabi..

Yuh be baba!

15 Temmuz 2010

Unutulmaz Replikler / 4


Gözlerinizi kapattığınız zaman dünya yok olmuyor öyle değil mi?

-Memento-


Doğru ya da yanlış diye birşey yok, sadece popüler fikirler var..

-Twelve Monkeys-


Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset..

-Aamores Perros-


İnsanlar hükümetten korkmamalı, hükümetler insanlardan korkmalı..

-V for Vendetta-


Ona aşığım, çünkü bana ihtiyacı yok..

-Closer-


Bir insanı diz çöktüren hiçbir şeyden hoşlanmıyorum..

-King Arthur-


Zaten biz yokmuşuz, cesaret yokmuş, yiğitlik mertlik yalanmış.. Ölümüne arkadaşlık, dostluk falan palavraymış.. Racon bitmiştir! Hepiniz yatağınızda rahatlıkla ölebilirsiniz..

-Kabadayı-


-Çünkü Amerika fırsatlar diyarıdır.. Fakir adamın zengin olabilieceği, bir ödleğinse delikanlıya dönüşebileceği yerdir; elinde silahı varsa tabi.. Umarım sen de elinde silah olan ödleklerden değilsindir..
- Oh, hayır efendim hayır.. Ben onlardan değilim.. Ben elinde ödlek olan bir delikanlıyım..
- Bak, biz asla seni öldürmeye çalışmadık, teslim olman için korkutmaya çalıştık..
- Düzgün ateş edemiyorum demenin bir yolu da bu tabi...

Shoot 'Em Up-

Arap Şunlara Kafa Atsana!

"Gece pavyonda dansöz oynatıp,
sabahında Galatasaray'a 5 çeken takımın banko bek'i..
Mevzu yapılamazdı Kadıköy'de onlar olduğunda..
Arap'tı o.. Arap İsmail.."


-İsmail abi kaç yaşındasın, futbola ne zaman başladın kısaca anlatır mısın?

“1961 İstanbul doğumluyum, futbola Sarıyer’de başladım sonra Gaziantepspor’da oynadım 1982-83 sezonunun başında da Fenerbahçe’ye transfer oldum. Fenerbahçe’de 11 yıl top oynayıp 1993-94 sezonunda jübile yaptım.”

-Anteplisin değil mi?

“Yok hayır, Rizeliyim.”

-Abi Rizeliler açık tenli olur, senin gibi kapkara Rizeli zor bulunur. Senin bu Araplığın nereden geliyor?

“Aslında ben Arap falan değilim, lakabım Arap. Yıllarca hep bana ‘Arap İsmail’ dendi, kısaca Arap derlerdi, o tenimin esmerliğinden geliyor, memleket ise Rize.”




-‘Herkes bana Arap diyor’ dediniz. Ben birini hatırlıyorum o da size Arap diyordu, Gerson.

“Gerson bana ‘Ayap’ derdi. Arap demeye dili dönmüyordu. E Tabi takımda herkes Arap aşağı Arap yukarı deyince bizim Brezilyalı Gerson da ki, kendisi zenciydi, o da bana Arap diyordu. İlk dediği zamanı hiç unutmam, bu yeni gelmişti takıma, Dereağzında idman yapıyoruz, baktım Gerson ‘Ayap topu at’ diyor. ‘Ulan ben Arapsam sen Arabın önde gidenisin’ demiştim, herkes gülmüştü.”

-Abi yoksa senin bu Arap lakabı kabadayılıktan dolayı da takılmış olabilir mi? Genelde alemde racon sahibi babaların isimlerinde hep Arap sıfatı vardır.

“Bilmem olabilir. Kabadayılık vardı biraz, öyle haksızlığa gelemem, hemen tepki veririm, arkadaşım kavga ediyorsa yerimde duramam hemen ben de girerim, böyle bir yapım var benim.”



-O arkadaşlardan biri kabadayılığı ile ün salmış Abdülkerim miydi?

“Apo benim çok iyi arkadaşımdı, onunla ölüme bile gidilirdi, öyle sağlam arkadaştı, hala görüşüyorum kendisiyle, o benden daha fazla kavgacıydı ama, ben durduk yere kavga etmezdim, yeri gelince ederdim.”

-Mesela bir Samsun olayı var onun gibi mi?

“Samsunspor maçı tam faciaydı, 87 senesiydi, Samsun’da oynuyorduk, ortalık karıştı, herkes tekme tokat birbirine giriyordu, ben de bir baktım arkadaşlarım kavganın göbeğinde duramadım doğal olarak müdahele ettim, sonra maç yarıda kaldı.”



-Daha sonra ne oldu?

”Ne olacak, ben 4 ay ceza aldım, Federasyon bizim takımdan tam 7 futbolcuya aylarca ceza verdi. Çok ağır ödedik o kavganın faturasını.”

-80’li yılların Fenerbahçesi çok renkli bir takım, olacak o kadar ceza çünkü öyle film isimler varmış ki o takımda.

“Vardı tabi Apo, Arif abi en baştaydı zaten.”

-Arif abi nasıl biriydi?

“Mükemmel bir insandı, çok dürüsttür, çok da özel yetenekli bir futbolcuydu ama gece hayatı nedeni ile kendine çok yazık etti.”

-Siz de çok gezer miydiniz onlar gibi?

“Her futbolcu gezerdi sadece ben değil ama Arif abi ile Apo daha bir başka gezerdi, onların hızına kimse yetişemezdi. Mesela beni ilk gezmelere Arif abi çıkarmıştı, ben İstanbul’da hiçbir yer bilmezdim, Arif abi ise her yeri karış karış bilirdi, yeni açılan mekanları, en güzel gazinoları falan hepsini bilirdi, oralarda herkesi tanırdı, yanında beni de götürürdü ama ben onlar kadar fazla gezmezdim.”

-Neler yapardınız peki?

“Bizim zamanımızda öyle play-stationlar, lap-toplar, mp3 çalarlar falan yoktu, biz arkadaşlarla hep beraber takılırdık, aile gezmeleri yapardık, akşamları yemeklere giderdik, genelde toplu halde gezerdik, hatta Galatasaray’dan, Beşiktaş’tan arkadaşlar da olurda yanımızda. Kamplarda birkaç kişinin odasında toplanırdık, makara yapardık, kağıt oynardık, çok da güzel eğlenirdik.”

-11 sene Fenerbahçe’de oynadınız en güzel anınız neydi?

“103 golle rekor kırarak şampiyon olduğumuz sene her şey mükemmeldi onu unutamam.”

-En kötü anınız hangisiydi?

“Aydınspor’a 6-1 yenildiğimiz maç, o çok kötü bir anıydı.”

-Sizin rahmetli Özal ile de bir anınız olmuş onu anlatır mısınız?

“84-85 sezonunda Ankara’da Gençlerbiriliği ile oynuyoruz, yenmemiz gerek ama 1-0 yenik duruma düştük, sonra gol de atamadık artık maç bitti bitecek ama biz bir türlü golü bulamıyoruz, umudumuz da kalmamış. O arada tribünde rahmetli Özal da var, maç öncesi biriyle iddiaya girmiş, 1-1 biter diye. Son dakikalarda onun da umudu bitmiş. Neyse maça dönelim tekrar dakika 86 bir top geldi önüme, vursam mı vurmasam mı düşünürken, vurdum ama arkadaşlar bana vur-ma diye bağırdı çünkü çok zor pozisyondu ve şansımı fazlasıyla zorlamıştım ama top gitti kaleye gol oldu hem de öyle güzel bir gol oldu ki yılın golü seçildi. Maç benim o golle 1-1 bitti. Soyunma odasına rahmetli Turgut Özal geldi, beni buldu, ‘teşekkür ederim sana, iddiaya girmiştim, mahçup etmedin beni’ dedi.”

-Abi senin gollerinde vardı bir tanesini hatırlıyorum Atalanta’ya atmıştın, ayrıca sağ bek olmana rağmen penaltıları da sen kullanıyordun.

“Evet takımın penaltıcısı bendim, Aykut, Tanju varken de ben atardı, penaltı kararlılık gerektitir, teknik ve aynı zamanda sert vuruş gerektirir, kendine güven gerektirir, bu özellikler ben de vardı.”

-Peki milli maç anıları?

“Biz milli maçlara korkarak çıkardık, 3 mü 5 mi yiyeceğiz diye çok korkardık. O zamanlar senede 1-2 milli maç oynanırdı. İstanbul’da İngiltere’den 8 yediğimiz maçta ben de oynadım, maç sırasında Abdülkerim’in bileği dönmüştü, oyundan çıktı yedek kulübesinde rahmetli Candan Tarhan’ın yanına oturdu. O sırada milli takım teknik direktörü Candan Hocaydı. Durum 5-0 olmuş, Candan Hoca Apo’ya dönüp, ‘Apo fark olacak galiba’ demiş. Apo daha sonra bize bu olayı anlattı çok gülmüştük.”

-Abi senin lakabın Arap’tı, başka ne lakaplar vardı?

“Rıdvan Şeytan, Turhan Rambo’ydu, Erdi’ye ‘Takız’ derdik, onun dili peltekti sakız diyemezdi, Hakan’a Lazo derdik, Nezihi’ye de Deli derdik.”

-Gerçekten deli miydi?

“Bayağı deliydi, boş yere deli denmez ki insana, manyaklığından geliyordu lakabı, maçlarda garip deli deli hareketler yapardı.”

-Peki abi bir çok hoca ile çalıştın örnek aldığın biri var mı?

“Hiddink başkaydı, ben de teknik direktörlük yapıyorum ve onu örnek alıyorum, yanında tam 3 ay kaldım Eindhoven’de, Mardin’de, Sarıyer’de, Sivasspor ve son olarak Malatyaspor’da teknik direktörlük yaptım ve Hiddink’ten öğrendiklerimi uyguluyorum. Onun dışında Veselinoviç ile Stankoviç de iyi hocalardı.”

-Veselinoviç nasıl biriydi?

“Çok şakacı, futbolcularla diyaloğu iyi olan, bana bir tek o ‘Arap’ demezdi.”

-Ne derdi peki?

“Çocuk derdi, beni ufak tefek görüyordu herhalde o yüzden hep ‘çocuk’ derdi.

-Abi rakiplerinizle aranız nasılı saha dışında, mesela Fatih Terim Galatasaray’ın kaptanıydı. Görüşür müydünüz kendisiyle?

“Çok sık görüşmezdik ama Fatih Terim’i dışarıda görürdüm, karşılaşırdık yani tesadüfen öyle bir samimiyetimiz yoktu ayak üstü sohbet ederdik, ayakkabısının arkasına basarak yürürdü onu hatırlıyorum. Şimdiki hali ile arasında dağlar kadar fark var.”







-Saha içinde rakiplerinizle aranız nasıldı, neticede sen bir savunma oyuncusuydun, sertlikler oluyor muydu?

“Ben en çok Trabzonsporlu İskender ile kapışırdım, sahada her karşı karşıya kaldığımızda da tekme atardım, sert oynardım ona karşı, napayım durdurmak için başka çarem yoktu.”

-Kızar mıydı?

“Bana hiç kızmazdı çok severdi beni hatta ‘sen istersen ayağımı kır ama Müjdat yanıma bile yaklaşmasın’ derdi.”

-Müjdat ile derdi neydi?

“Bilmem ona gıcıktı, ‘Müjdat’a uyuz oluyorum,, sen vur ama o vurmasın’ derdi.

-Abi senin zamanında Aziz Yıldırım gibi, Ali Koç gibi yönetici ve başkanlar yoktu, o dönemki idarecilerinizle aranız nasıldı?

“Eski yöneticiler çok ilgilenirlerdi bizimle mesela Futbol Şube Sorumlumuz Aziz Yılmaz abi vardı, sahada bize bir şey olsa hemen o da sahaya dalardı, dışarıda da çok yardımları olurdu bize, manevi yönden de maddi yönden de destek olurlardı.”




2008 - Taha Dağlı

11 Temmuz 2010

8 Temmuz 2010

Kişisel Tribün Bildirisi


Yeri geldiğinde sevdiklerimizden bile fazla zaman harcadığımız Fenerbahçe uğruna çok ağır fedakarlıklar yaparak bizleri‚ hepimizi aşırı gurur sahibi yapan Grup Ck‚ Vamos Bien ve 1907 Ünifeb gruplarının istediği para pul değil‚ boş edebiyat değil‚ yönetimin maddi desteği veya haybeden itibar hiç değil.. Anlaşılamamanın sıkıntısı var biraz..

Sadece Fenerbahçe değil‚ ülkenin tüm taraftar gruplarının başına bela olan ve olmaya devam edecek 5149 sayılı futbol ve tribün gerçeklerinden uzak olan Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Yasasına itiraz etmek‚ kabul etmemektir dertleri bu grupların..

Emniyetin keyfi tavırlarıdır..

İşte bu noktada‚ yapılacak icraat bu yasaya karşı çıkmaktır‚ cezaları‚ verilen kararları kabul etmemektir.. Asıl bu konuda Fenerbahçe Spor Kulübü yönetim üyelerinden destek alınabilir.. Örneğin Şekip Mosturoğlu gibi yıllarca Türkiye Futbol Federasyonu´nda Hukuk Kurulu Üyeliği yapmış bir isim var Yönetim Kurulumuzda.. Grupların avukatları ile görüşüp destek verebilir‚ yönlendirebilir.. İşte bu konuda sesimizi duyurmalıyız..

Dediğim gibi‚ para pul değil istedikleri bu grupların..
Ki zaten bugüne kadar imece usulüyle taş gibi ayakta kalan ve sağlam tribün icraatları yapan bu grupların tek derdi cezayı ödeyip mevzuyu kapatmak olamaz.. "evladıma miras bu sevda" dediysek eğer‚ tribün tarihinde kirli bir sayfa kapatmalıyız..

Kısaca‚ bu yasaya karşıyız..
Bu cezalara karşıyız..

Mevzubahis cezalara yapılacak itirazlarda ve tekrarının olmaması açısından ´üslubunca´ yönetime faks ve e-mail yollanması bir çok şeyi değiştirecektir yönetim düşüncesi bakımından..

Önce Grup Ck‚ sonra Vamos Bien ve son olarak 1907 Ünifeb´in tribün faaliyetlerini bıraktıklarını açıklamalarının ortak sebepleri düşünülmeli‚ bunun üzerine grup üyeleri‚ diğer gruplar ve münferit taraftarlar kulübe faks ve e-mail yollamalı..

Pankart bırakmak ağır iştir..

Hukuk mücadelesinde yalnız kalmamalı bu gruplar..
Yönetim‚ sıra sende!

Yönetimi uyandıracak olanlar ise bu sayfayı okuyanlar..

Merkez Yönetim Binası;
e-mail: editor@fenerbahce.org
fax: 0216 542 1960

Vurmuşuz Fenerbahçe sevdasını sırtımıza.. Çökersek eğer, bizi doğuran ana utansın!

7 Temmuz 2010

Hayko Mesut Cepkin Özil

Toplanırdık ya hani önceden Fenerbahçe'si olmayan fakat mühim bir maç öncesi, herhangi bir yerde, bira kapaklarını çakmakla açan arkadaşların acaip forsu filan olurdu, topluca seyredilirdi o mühim dediğimiz maç, böyle not alınası acaip keyifli yorumlar ardı ardına gelirdi, mühim maçın, mühim pozisyonlarını filan seyredemez olurduk.. Artık o civcivli sohbetler, maç esnasında, benim gibi gece vakti işten gelen arkadaşların 'internet' üzerinden, sohbetinden ve yorumlarından geri kalmak istemediğin vatandaşlarla aktif yazışma esnasında oluyor işte.. Yoksa yine toplanıp seyredilebilir bir maç tabi, -ki yapıyoruzda zaten-.. İş ki eskiye özlem olsun.. Yoksa Street Fighter'da ki Blanka'nın Tedaş'ta memur olduğunu düşünmek bile istemem..

O bahsettiğim yorumlarına yakın durulması gerekenlerden birisi kardeşim anti'dir ve yorumunu buraya nakşetmek boynumun borcudur.. Zira ayarı vermiş, güzel olmuş..

Almanya 'bizim' futbolcumuzla net pozisyon bulmuşmuş..
Kim bu 'bizim' futbolcumuz?
Türkiye liglerinde kaç kere oynamış, U16, U21 takımlarında hiç oynamış mı?
Türk bir hoca mı yetiştirmiş?
Türkiyede mi doğmuş?
Sarı mersedes filminde rol almış mı?

'Bizim' futbolcumuzmuş.. Okkalı bir küfür çekilir buna cevap olaraktan, gece yarısı Kadıköy rıhtımda yürüyenler bu küfrün yankılarını duyarlar ayık gecelerde..

4 Temmuz 2010

Geldi İşte Rozetim!


Haldun Sevel Haziran 1994'te, Maviş adlı küçük teknesiyle, Ayvalık'tan yola çıktı.. Bir süre sonra Midilli'nin 'Kolpos Yares' koyuna demirledi.. Geceyi orada geçirdi, teknesinde..

Ertesi sabah teknede tembellik ederken, kulağına bir türkü çarptı; 'Ela popses tukoma/ Masu pekso baklama/ Naka tebu niyageli / Napo leksu çiftetelli, çiftetelli, çiftetelli..' Sevel ayağa kalkıp bakındı.. Az ötedeki kayıktan geliyordu bu ses.. Civardaki teknelere balık satan yaşlı bir adam, hem sazının tellerine vuruyor, hem de türküyü söylüyordu.. Kayıkta kürek çeken, 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu da vardı..

İhtiyar birkaç el kol hareketi yapınca tombul kız kayığı Maviş'e yanaştırdı.. Haldun Sevel, yarım Yunancası ile balığın fiyatını öğrenmeye çalışırken, ihtiyar gayet temiz bir Türkçe ile sordu: "Siz Türk müsünüz?" -Evet.. "Yoksam İstanbul'dan, Fenerbahçe'den mi?" Sevel, bu soruya da olumlu cevap verdiğinde ihtiyar ile küçük kız birbirlerine bakıp gülmeye başladılar.. Ardından ihtiyarın soruları geldi; "Belvü duruyor mu Belvü? Murat'ın babası Mustafa Kaptan yaşıyor mu? Peki ya Todori ne durumda?" Eski günleri anlatmaya başlamıştı; "Ben, bundan 40-50 yıl önce Belvü Gazinosu'nda Müzeyyen Senar Hanımefendi okurken, ona sahnede beyaz karanfil verdim, benim elimi sevdi, onu yanaklarından öptüm.." Artık balık satmayı boşlamıştı ihtiyar adam. Anlatıyor, anlattıkça daha da anlatası geliyordu: İstanbul Rumlarındandı.. Ona burada Aristidi Kaptan derlerdi.. Yanındaki, Atina'da yaşayan kızından olma torunu Panayota, tatil için gelmişti.. Yoksa Aristidi orada yalnız yaşıyordu..

Kaptan sordu: "Sende rakı var?" Evet, vardı. "Ama Atatürk'ün rakıdan?" Herhalde kulüp rakısı istiyor diye düşündü Sevel.. Sonra Aristidi'nin koya bakan küçücük evine gittiler.. Az sonra yemek masası; çiroz salatası, lakerda, sirkeli cacık, salata çorbası ve zeytinyağında kızartılmış iri barbunlarla donatılmıştı..

Anlatmayı sürdürdü Aristidi Kaptan; Babası, dedesi hep İstanbulluydu.. Son olarak Moda'da, Mektep Sokak'ta oturmuşlardı. 6-7 Eylül (1955) olaylarından sonra ayrılmak zorunda kalmışlardı.. Şimdi 80'ini aşmıştı..

Haldun Sevel, "Yaşlısın, hastasın, niye kızının yanına taşınmıyorsun? Burada doğru dürüst hastane yok, doktor yok" demesi üzerine, Aristidi Kaptan elini Türkiye kıyılarına doğru sallayarak şöyle dedi; "Gitmem.. Bak buradan memleketi seyrediyorum, gitmem!" Bu arada rakılar bitti, uzoya geçildi..

Böyle sıcak anılarla dolu birkaç günden sonra ayrılık vakti geldi.. Sevel sordu: "Tekrar geleceğim.. Benden ne istersin?" Aristidi Kaptan iki şey istedi; "Atatürk'ün rakısından getir.. Bir de Fenerbahçe rozeti.." Haldun Sevel, Aristidi'ye niye ceket yakasında yıpranmış, solmuş bir Fenerbahçe rozeti taşıdığını sordu.. İhtiyar anlatmaya başladı: "Birinci Dünya Savaşından sonra İstanbul işgal edildi.. Halimiz perişandı.. İşgalci İngilizlere, Fransızlara beddua ediyorduk.. Mütarekenin sonuna doğru, babam heyecanla geldi.. Maça gidecektik.. İngiliz takımı ile Fenerbahçe karşılaşacaktı.. Herkes Fenerbahçe'nin perişan olacağını sanıyordu.. Çok sert bir maç oldu.. Fenerbahçe kazandı.. Ortalık bayram yerine döndü.. Sokaklarda fener alayları yapıldı.. İstanbul halkı evindeki gaz lambalarında kullandığı gazı dahi, meşaleleri yakalım, galibiyeti kutlayalım diye bize verdi.. İşte bu rozeti o gün yakama taktım, bir daha da çıkarmadım.."

Futboldan anlamasa da Fenerbahçe taraftarı olan Haldun Sevel bunun üstüne Aristidi'nin elini öptü..

Aradan iki yıl geçti.. Söz vermesine, çok istemesine rağmen Sevel, Midilli'ye gidemedi.. Nihayet, 1996 yazında fırsatını buldu.. Rakıları ve Fenerbahçe rozetlerini teknesine yükleyip yola çıktı..

Ve Aristidi Kaptan'ın kapısını çaldı..

Geçen sürede Aristidi iyice kötülemişti. Önce onu tanımadı.. Sevel, Kulüp rakılarını, Fenerbahçe rozetlerini çıkarınca hafızası yavaş yavaş yerine geldi; "Niye bu kadar geç kaldın?" Zar zor yerinden kalkan Aristidi, eski ceketini giydi.. Yakasına yepyeni Fenerbahçe rozetini taktı.. Arkadaşlarının koluna girip kahvenin yolunu tuttu..

Oflaya puflaya, dura kalka, nefes nefese kahveye vardı ve rozetini gururla arkadaşlarına gösterdi; "Size demiştim.. Geldi, işte rozetim geldi.." Kahveden koca bir alkış sesi yükseldi..

Kısa bir süre sonra, Aristidi dünyaya gözlerini yumdu.. Mezarına, Haldun Sevel'in Fenerbahçe ve Moda'dan alıp götürdüğü memleket toprağı serpildi..

Kaynak;
Haldun Sevel

Emre Aköz