30 Kasım 2010

Charlie Chaplin; "Makineleşmek"

Charlie Chaplin
Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik.. Hırs, insanların ruhunu zehirledi.. Dünyayı bir nefret çemberine aldı.. Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi.. Hızımızı artırdık, ama bunun tutsağı olduk.. Bolluk getiren makineleşme, bizi yoksul kıldı.. Edindiğimiz bilgiler bizi çıkarcı yaptı, zekamızı da katı ve acımasız.. Çok düşünüyoruz, ama az hissediyoruz.. Makineleşmeden çok insanlığa, zekadan çok iyilik ve anlayışa gereksinmemiz var.. İnsancıl değerlerimizi koruyamazsak hayat korkunç olur, hep yitiririz.. 

Siz insanlar güçlüsünüz.. Makineleri yapacak güç sizdedir.. Bu hayatı olağanüstü bir mutluluk serüvenine çevirecek olan yine sizlersiniz.. Öyleyse, insanlık ve demokrasi adına bu gücü kullanalım ve milliyetçilik hastalığına karşı birleştirelim.. 

Din, dil, ulus ayrımcılığı olmayan yeni bir dünya yaratalım!

-Charlie-

24 Kasım 2010

Aykut Kocaman'ı Anlayabilmek..

Ali Bilgin, Deivid, Deniz Barış ve Önder Turacı gibi sadece zaman aşımından dolayı bir şekilde içimize sindirdiğimiz, fakat gönderildiğinde çoğunluğumuzun zerre üzülmediği oyuncuları “ben futbol oynatmaya geldim” diyerek uzaklaştıran Aykut Kocaman’ın derdini en başta anlamalıydık zaten..

Kocaman’ın takıma kazandırdığı 89 doğumlu Stoch ve 87 doğumlu Dia ise tamamen ‘proje’ isimler ve ne güzel incelikli topçular.. Niang ise geldiğinde ilk akla gelen eleştiri “32 yaşındaki adama o kadar para verilir mi” oldu hatırlarsanız.. Fakat, verilen milyon dolarlar Niang’a değil, Fenerbahçe’nin yıllardır en büyük yarasına çözüm amaçlı verildi.. Böyle bakıldığında az bile.. Bu takım hücum hattını 5 senedir Kezman ve Güiza’ya bıraktı ve çok taraftar kel kaldı.. Nasıl da özlemişiz Niang gibi bir gol makinasını.. Üstelik Semih’i küstürmeden oynatabilen bir adam, ince bir ayrıntıdır..

Kısaca Aykut Kocaman’ın yapmak istediklerini biraz ince düşündüğümüzde fazlaca umutlu olabiliyorum.. Okan Alkan’ın Alex’e yaptığı asisti görebilmek çok güzel.. Gökay Iravul’un çat diye 11’de oynamasını ve o tedirginliğini görmek, heyecanını yaşamak ama hatasız oynamasına şahit olmak çok güzel..

Makyavelist bir düşünce tarzı ile koca Fenerbahçe’ye sahip çıkılamaz.. Onun için zafere giden her yol mübah olmamalı bizler için.. İyi futbol sonucu gelen galibiyetler yakışıyor çubukluya.. Daum zamanında keyifsiz kazanılan, 1-0’a yatan bir takım olmaktansa, Aykut’un yönettiği ve skoru önemli olmayan Fenerbahçe’yi tercih ederim her daim..

Garip bir istatistik;

Şu meşhur 89 senesindeki 103 gollü şampiyonluk hani..
13 haftada 28 gol atmışız..
Bu senenin 13. Haftasında ise 35 gol..

Ve Aykut Kocaman’ın takımı, ligde aldığı tüm galibiyetlerde rakip filelere ‘en az’ 3 gol bırakmış..

Söylediği sözü tekrar hatırlatmak gerek Kocaman Aykut`un;
"Ne Avrupa`da bir takımı çalıştırmak istiyorum, ne de milli takım teknik direktörlüğünü düşünüyorum. Benim için zirve Fenerbahçe’dir."

23 Kasım 2010

Alex'le Sonsuza..

Matias Delgado; 89 maç, 21 gol, 17 asist..
Cassio Lincoln; 67 maç, 16 gol, 31 asist..
Ricardinho; 33 maç, 6 gol, 4 asist..
Elano Blumer; 38 maç, 6 gol, 7 asist..
Marcelinho; 10 maç, 0 gol, 0 asist..

Sasa İlic; 50 maç, 15 gol, 7 asist..
R.Tabata; 24 maç 3 gol, 4 asist..
G. Hagi; 132 maç, 59 gol, 51 asist..

Toplam; 408 maç, 126 gol, 121 asist..

Alex de Souza; 268 maç, 125 gol, 119 asist..
Ne demiştik; "Dahi anlamında ki 'de' ayrı yazılır.. Alex 'de' Souza.."

22 Kasım 2010

Unutulmaz Replikler / 9


tanışmasaydık, geceleri yatarken dünyada senin gibi biri olduğunu bilmeden uyuyabilirdim..

-Good Will Hunting- 

ölecekmiş ölmesin dedim bi can kurtulsun dedim,
bütün hayatımda ofsayt dediler bişeye yaramaz sümsük dediler,
varsın gene desinler dedim,
hayatımnda bi defacık bi kız sevdim, onu da kaybedeyim dediim,
hayatımda bi kerecik bişey kazanacak oldum, onu da kaybedeyim dedim,
tek bi can kurtulsun dedim
çocuğu kurtaracak kadarını aldım üst tarafına el sürmedim, fena mı oldu?
sizler hepiniz, hepiniz, hepiniz hakem olun abiler..
ya bu maç be tıpkı bi maç, ama böyle hayat sahasında oynanıyo..
oyuncuları bizleriz,
topumuzda namusumuz, vicdanımız, insanlığımız..
ben, ben osman, ofsayt osman,
söyleyin be,
allah rızası için söyleyin be
gene mi atamadım golü ha?
bu da mı gol değil be?

-Ofsayt Osman-

ormanda yol ikiye ayrılıyordu, ben az kullanılanı seçtim..

-Ölü Ozanlar Derneği-


sen sesleri çizebilir misin? 
evet, ama onları konuşamam.

-The 13th Warrior-


dün gece neredeydin? 
-çok uzun zaman geçti, hatırlamıyorum.. 
bu akşam seni görebilecek miyim? 
-o kadar uzun süreli planlar yapmıyorum..

-Casablanca-


bir fikir uğruna bir insan öldürmek; fikri savunmak değil, bir insan öldürmektir..

-Notre Musique- 


kuşlar bugün niye mektup getirmediler inci?

-Uçurtmayı Vurmasınlar-


deli emin: evlerin çoğusunda vizontele yoktur biliyorsun.. millet olan evlere gidiyor, ev sahipleride surat ediyor.. geçen gün oduncu fahri milleti evden kovmuş..
reis bey: sebep?
deli emin: lucy yüzünden.. ee bunlar böyle dallas'a bakarken bitanesi demis ki; demiş ee "ula bu lucy çok hoştur, keşke bi insan bunla sevişse filan".. yani böyle terbiyesizce konuşmuş.. ondan sonra fahri kızmış, demiş "vizontele de benimdir, lucy de, siktiri çekmiş" yani o da terbiyesizce konuşmuş..
reis bey: tamam emin uzatma..
deli emin: afedersin hocam, işte oduncu fahri..

-Vizontele-

15 Kasım 2010

Barış Kuyucu; "Ağzımdan Kaçtı"

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Mezunu ve aynı zamanda şu sıralar CNN Türk Spor Servisi Yöneticiliği yapan Barış Kuyucu'da şu sanal alemde rüştünü ispatladı..

Görevini ve okulunu yazdım, çünkü bu muhteremin tarih bilgisi yok denecek kadar az.. Birileri bu adama tatlısu milliyetçiliği yapmadan önce Senegal ile savaş yapılmadığını veya herhangi bir husumetimizin olmadığını anlatmalı.. Ayrıca tebrik ediyorum Kuyucu Barış'ı, bir iki cümle ile Fenerbahçe Spor Kulübü ve Gaziantepspor'la, ayrıca Issiar Dia ve Niang'la davalık olma kabiliyeti göstermiş ve ilkokul seviyesindeki tarih bilgisi ile komik duruma düşmüştür..

Özür dilerken bile iki kelimeyi bir araya getiremeyen bu adam, yazdığı kelimelerin gafletine düşünce canlı yayında "ağzımdan kaçtı" gibi birşey söyledi.. Ben acıdım bu gencoğlana..

Biz yine yıllardır tekrar eden kelamımızı eksik etmeyelim;

"Hesap sorar, pişman ederlerdi, Fener'e hakaret edenleri.."

9 Kasım 2010

Aykut Kocaman'ın Zirvesi?

"Ne Avrupa'da bir takımı çalıştırmak istiyorum, ne de milli takım teknik direktörlüğünü düşünüyorum. Benim için zirve Fenerbahçe’dir."

New York'ta 5 Minare, Paris'te 2 Cenaze..

Yer; İstanbul
 Tarih; 11 Şubat 1999
Magazin Gazetecileri Derneği Gecesi

Sabah Gazetesi yazarlarından Sevilay Yükselir tarafından yıllar sonra kaleme alınan o rezalet gece diyaloglarına istinaden, olayların görüntülerini Rasim Ozan Kütahyalı ile birlikte tekrar seyrettiğinde takıldığı detayı hatırlatmak istiyorum..

Geceyi özet geçmeye gerek görmüyorum.. Ahmet Kaya'ya verilen "yılın en iyi sanatçısı" ödülünü almak üzere sahneye çıktığında, söylediklerinden ötürü ağır bir tepkiyle karşılaşmıştı.. Şenay Düdek, Sertaç Ortaç, Erdal Acar, Reha Muhtar gibi ciğersizlerin yanında olayları inceden takip eden, müdahil olmayan birisi belirir ekranda..

Bu güruh Ahmet Kaya'nın üzerine yürüyerek birşeyler atarken, Şenay Düdek "sünnetsiz pezevenk" diye bağırır, Erdal Acar tehditler savurur, Sertaç Ortaç sahnede aragazı verir.. Ciğerim Ahmet Kaya hepsine bakar, güler.. Sonra gözleri birine takılır, yanından geçer gider, çıkar dışarı.. Yanından geçtiği adam, onların arkasından bağıranları, çatal bıçak fırlatanları alkışlamakla meşguldür..

Ellerin kırılsın Mahsun Kırmızıgül..
Zamanında aynı dava uğruna bedeller ödeyen Ahmet Kaya, Yılmaz Güney gibi canlar, şuan Fransa'da topraksız yatmaktalar.. Sen, aynı davanın ekmeğini yemekle yoğunsun piyasada..

Ulan, ciğersiz herif, en taşaklı yönetmen olsan kime ne?
Şerefin eksik senin..

New York'ta 5 Minare, Paris'te 2 Cenaze..

***

İki çift laf edeyim Hıncal Uluç'a; demiş ki zat-ı muhterem; Mahsun Kırmızıgül bu ülkenin Charlie Chaplin'idir.. Çünkü filmlerini kendisi yazıyor, kendisi yönetiyor, müziklerini yaptıktan sonra kendisi oynuyor.. Yani sinema devrimcisi Şarlo ile kıyaslanıyor..

Vay be..

Bana göre bu ülkenin Ferdi Tayfur'udur o herif..

Zira Ferdi Tayfur çeşitli senelerde; 6 filmin yönetmenliğini yapmış, 5 filmin senaryosunu yazmış, 3 filmin müziklerini yapmış ve 41 filmde başrol oynamıştır..

Hıncal Uluç kriterlerine uyan filmlerden bazıları; (1986) Affet Allahım - (1985) Haram Oldu - (1988) Bu Talihimin Canına Okuyacağım - (1986) İçimde Bir His Var..

Selametle gözüm..

7 Kasım 2010

Bir Acayip Adam..

İki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin dünyası olan futbolun, kimliği ve kişiliğiyle "mahallemizin adamı" diye telaffuz edilen güzel ve incelikli sıfata erişmiş bir oyuncusudur o.. Varsın daha bir hafta önce Fenerbahçe'ye giydirmiş olsun bir gol, olsun..

Daha 20 yaşında Juventus'a transfer olacak kadar futbolcu olan bu adam, yıllardır oynadığı takım olan Basel'den ayrılışını şu şekilde açıklıyor; "Sıkılmıştım artık. Futbolu gelişmemiş bir yerde her sene Uefa veya Şampiyonlar Liginde oynamak çok keyifli bir iş değil benim için" dediğinde "kim lan bu herif" dedik.. Daha sonra biraz araştırıldığında futbol hayatı boyunca hiç kırmızı kart cezası almamış olması ve bunu da "Marksist kişiliğimin sahaya yansıması" sözleriyle açıklayan bu adam daha çok araştırmayı hak ediyor..

Sakat olduğu için oynayamadığı bir hafta Basel taraftarı ile trenle deplasmana giden Ivan Ergiç, bir röportajında "alabilecek imkanımın olmasına rağmen hiç bir zaman renkli spor arabaları düşlemedim" diyerek meslektaşlarından bir kaç adım öne çıkıyor.. Bu zamana kadar menejer kabul etmeyen Ergiç, ikinci el araç kullandığını ifade ediyor her mevzu açıldığında..

İsviçre'de gerçekleşen bir televizyon programında futbolcuların kazandığı paralardan şikayet edebilecek kadar açık yürekli bir adam olmasının yanında, Bursaspor'un Manchester United ile oynadığı ve 3-0 kaybettiği maç sonrası yapılan röportajda (bu ülkede bir yılını henüz doldurmuş olmasına rağmen Türkçe verilmiş bir röportajdır ve bu topraklarda yıllardır oynayıp iki kelime sökememiş olan ecnebi muhteremlere kapak olsundur) şöyle bir diyalog vardı; muhabir "maçın en iyi isimlerinden birisiydin" dedikten sonra Ergiç gülerek "kim?" diye sorunca (ki burada ses tonunu duymalıydınız) biraz geveledi klişe sahibi muhabirimiz, sonra delikanlı gibi Fletcher'ın attığı golde savunma anlamında ciddi bir hata yaptığını söyleyerek, maç sonunda bile mantıklı konuşulabileceğinin örneğini göstermiş olup, ona buna b.k atma işini görev edinen teknik direktör, yönetici ve futbolcu kardeşlerimizi g.t etme eylemi içinde olduğu için tebrik ederim kendisini..

Balkanlar'ın köklü dergilerinden biri olan Politika'da zaman zaman çeşitli makale ve denemeleri yayınlanan Ergiç, salt olarak meşin yuvarlak için değil, sahaya çıktığı zaman sol'da ter akıtıyor..

Uzaklaşma bu topraklardan ciğerim..

Kusura bakmazsan bir sonraki maç seni Lugano'ya emanet etmeyi planlıyoruz ama..
Aslolan Fenerbahçe'dir çünkü..
Lakin çok güzel adamsın vesselam..

Sağlıcakla kal iki gözüm..

3 Kasım 2010

Şiddet Sırf Taraftarın Eseri mi?



Sporda Şiddeti Önleme Yasası yakında çıkacak. Bu konuda herkesin fikri alınırken, yasanın direk muhattabı olan taraftarlar yok sayılıyor. Şu ana kadar yapılan uygulamalarda, hapis, para ve maça girememe cezalarını sadece taraftarlar aldı. Üstelik çoğu delilsiz, tanıksız. Bu temelsiz cezalar yavaş yavaş mahkemelerde düşüyor. Çünkü mahkemeler İl Güvenlik Kurul`larından görüntü istiyor onlar da veremiyor. Allahtan mahkemeler var da bu hukuksuzluk yavaş yavaş sona eriyor.

Ancak dediğimiz gibi bütün bunlar bu işten zararlı çıkan tek gurubun taraftarlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gazeteci köşesinden, yorumcu ekranlardan ağzına geleni söylüyor ancak tık yok. İl Güvenlik Kurul`ları daha ne bir gazeteciye ne de bir yöneticiye ceza verebildi. Ancak iş taraftara gelince vur abalıya.

Bütün bu gelişmeler olurken Cumhuriyet Gazetesi Fenerbahçemizin önemli tribün gruplarından Vamos Bien`in üyesi, aynı zamanda Antu.com yazarlarından Tevfik Giray Tayyar ile bir röportaj yaptı. Deniz Ülkütekin`in yaptığı, Cumhiriyet Gazetesi`nin Pazar Eki`nde yayınlanan röportaj şöyle:

Yakın bir gelecekte çıkması beklenen yasayla birlikte stadların huzura kavuşacağı öngörülüyor. Herkes yasanın içeriği hakkında konuşurken taraftarlara pek söz verilmiyor. Fenerbahçe tribünlerinden Vamos Bien grubu yasayla ilgili taraftar isteklerini duyurmak için bir çalışma başlattı.

ŞİDDET SIRF TARAFTARIN ESERİ Mİ?
Samsun ve Gaziantep`te yaşanan olaylarla birlikte tasarı halinde olan Sporda Şiddet Yasası`nın bir an önce çıkması için baskılar artmaya başladı. Konu hakkında spor camiasından hemen herkes fikir beyan etti. Ancak belki de tek fikri sorulmayanlar yasanın direk muhatabı taraftarlardı. 2006`da Fenerbahçe tribünlerinde faaliyete geçen Vamos Bien grubu, diğer renkdaşlarıyla ortak kareografilerle Şükrü Saraçoğlu Stadı`nda okul tarafı olarak bilinen tribünde takıma destek veriyor. Ancak geçen sezonun son haftasındaki Trabzonspor maçının ardından çıkan olaylar ve verilen cezalar sonrası başlayan süreçte başka bir faaliyet alanı da belirlemişler. Sporda şiddet yasasıyla ilgili taraftarların da beklentilerini ortaya çıkaracak bir atolye çalışması. Grup üyelerinden Tevfik Giray Tayyar, ufak yaşlardan itibaren bakkal harçlıklarından biriktirdiği paralarla gizlice maçlara gitmeye başlamış. Sonrasında babası “hadi gel maça götüreyim” dediğinde, ilk kez maça gitmiş gibi numara yapmak zorunda bile kalmış. Kendisini ve Vamos Bien`i “modern futbola karşı örgütlenmiş grupların en saf örneğiyiz” diyerek tanımlıyor. Ancak birazdan okuyacağınız gibi taraftarlık sırf maça gidip takımı desteklemekten ibaret bir şey değil...

-Sporda şiddet yasasıyla ilgili çalışmaya nasıl başladınız?
Sporda şiddet yasası manifestomuzun karşısında yeralan bir anlayış. Bizler grup olarak tribünde ve yaşamda şiddete karşı insanlarız. Fakat bu yasayla sorumluluğun büyük kısmı taraftarların omuzlarına yıkılarak şiddet ortamının oluşmasında rol alan emniyet, medya, kulüp yöneticileri gözardı ediliyor. Taraftarlar bu ortamın yatarılmasında ne kadar etkiliyse diğer tüm bileşenlerin de o kadar etkisi vardır.

-İnternet üzerinde yapılan açıklamalarda grubunuz baskılardan şikayetçi. 
Taraftar grupları üzerinde her zaman bir baskı vardır. Tüm gruplar en nihayetinde taraftarın örgütlü olduğu sivil yapılardır. İçlerinde her tür anlayışın olduğu bu yapılar önce emniyet sonra da kulüpler tarafından hakim olunmak istenmekte. Grup olarak emniyet, kulüp, federasyon, UEFA, medya yani futbolla ilgilenen herkesten gördüğümüz bir baskı var.

-Yasa tasarısında ne gibi değişiklikler yapılmasını istiyorsunuz?
Bu yasa taraftarları stadlardan uzaklaştıracak. Sorunun bir tarafı olarak gösterilirken, muhatap olarak alınmayacağız. Hakkımızda karar alınacak ama bizim söyleyecek sözümüz olmayacak. Öncelikle bizler bu yasayla, temsil edilmek istiyoruz. İl güvenlik kurullarında bir ilin valisinden, medya mensubuna kadar insanı temsil edilirken, bizlere hiçbir şekilde söz hakkı tanınmıyor. Spor için gerçekten uzmanlaşmış ve taraftar psikolojisinden anlayan görevlilerin bu yasayı uygulaması gerekiyor. Gasp masası görevlilerine “spor polisi” diye yelek giydirince sorun çözülmüyor maalesef. Yeni yasada suç farzedilen olay ile verilen ceza arasında bir ölçü olmasını istiyoruz. Sahaya girip teknik direktör bıçaklayan kişiye verilen ceza, bir arbede esnasında polisin rastgele topladığı adamın cezasının iki katıysa adeletten bahsedemezsiniz. Öncelikli hedefimiz kendimizi bu duruma göre yapılandırmak. Zaten 3 grup Vamos Bien, Grup CK, 1907 Ünifeb baştan beri beraber hareket ediyoruz. Diğer Fenerbahçe taraftar gruplarının yaklaşımları da olumlu. Ama bu sürece çok güçlü ve örgütlü girebilmek gerekiyor.

-Tribün terörü denildiğinde hep taraftarların çıkardığı olaylar akla gelir. Oysa polis tarafından uygulanan şiddet pek konu edilmiyor. Bir taraftar grubu olarak polislerin taraftara bakışını ve çıkan olaylardaki rolünü nasıl yorumluyorsunuz?
Emniyetle yapılan bir toplantıda benzer birşey ifade etmiştik. Emniyet taraftarı potansiyel suçlu olarak gördüğü için her daim şiddetle yaklaşıyor ve ufacık olaylar büyüyor. Sonunda ‘tribün terörü’ olarak taraftarlara fatura çıkıyor. Toplantıdaki yetkili de bunun “olmazsa olmaz” olduğunu söylemişti. “Emniyetin bakışına gore herkes potansiyel suçludur” deyince zaten anlattığımız herşey boşa gitmişti. Genel bakış bu olunca tribünler her daim şiddete gebe kalıyor. Güvenlikten sorumlu olanlar çoğu olayda çözücü olmaktan uzak ve bunda da destek bulabiliyorlar. Medya sağolsun suçlu yaratmakda başarılı olduğu ve buna da karşı çıkacak bir makam ya da mecramız olmadığı için zemin zaten hazır.

-Maçlarada görsel amaçlı kullanılan pankart, sopalı pankart ya da konfeti gibi malzemeleri tribüne sokmakta ne kadar sıkıntı yaşıyorsunuz. Bu yasakların ne kadarı sizce anlamlı?
Saydıklarınız, tribündekilerin tıpkı varlıkları, sesleri gibi bu oyuna dahil olma araçlarından biridir. Aslında bunları yasaklamak, sansürlemek oyunun öznelerinden birini pasifize etmek, renksizleştirmektir. 70’ler ve 80’ler herkesin bayrağını kolunun altına alıp maçlara gittiği yıllarmış, şimdi bırakın pankartı, çocuğunuza aldığınız bayrağı bile maça sokamıyorsunuz. Ankara’da misal tribüne pankart asmak imkansızdı. Pek çok stadda gereksiz ve saçma yasaklarla bu tip zararsız görsel malzemeler engelleniyor. Günler geceler boyu emek harcadığımız ve desteğimizi belirten bir pankart, iki dudak hareketiyle çöpe gidebiliyor.Temel amaç bu gruplaşmaları dağıtmak olduğu için bu tip malzemeler de potansiyel olarak suç aletleri olarak algılanabiliyor. Bu anlamda kendini ifade etmeye dönük bu tip araçların yasaklanmasına her daim karşıyız ve elimizden geldiğince bu geleneği sahipleniyoruz.

-2003`ten beri yürütülen bir taraftar gruplarını sindirme operasyonu olduğu açık. Burada nasıl bir süreç işledi?
Bu süreç tamamen emniyet ve kulüplerin işbirliği ile yapılandırıldı. Bir taraftan bu gruplar suç örgütleri olarak lanse edilirken diğer taraftan stadlarda modernizasyon çalışmaları ile taraftarlar stada giremez hale geldi. Yüksek kombine ve bilet fiyatları ile ve sürekli hale gelen cezalar ile bu süreç sonunda içeri girebilen taraftar sayısı oldukça azaldı. Bu sindirme kademe kademe yayılıyor.

Kâh Çıkarım Gökyüzüne, Seyrederim Âlemi..

* Yolda karşılaşılır, randevuya, tiyatroya filan bir yerlere gecikilmiştir, ama olsundur, ille de ayaküstü şu diyaloglar yapılır; "n'aber", "iyidir senden n'aber?", "n'oolsun iyi işte", "sen hala orda mısın", "yok, şuraya geçtim aslında", "bir ara beni ara be, konuşalım", "olur", "numaramı vereyim", "yok ben bulurum".. Nereden bulacaksın, öküz? Karşında insanevladı işte, konuşsana.. Mutlak suretle yapılacak bu yolüstü eziyetleri.. Birisi "hadi eyvallah" diyene kadar bir sürü "aa, öyle mi, vay be, cıkcık, hadi ya" gibi bir sürü gereksiz hececikler heba olunur, geç kalınır, sıcak gelmez kimseye..

* Ulan Bilica, saklıyordum, bilmeyenler vardır ama söylemem lazım; Bilica isimli muhterem ilk defa bir takımda ikinci yıl üstüste oynuyor.. Evet, o takım Fenerbahçe.. Ayrıca ilk defa bonservisi satın alınarak transfer olmuş.. Evet, o takımda Fenerbahçe.. Yihuu..

* Polar, hırka filan giyemeden direkt kış geldi arkadaş.. Ha, unutmadan; bence kış, erkeğin diğer mevsimlere göre daha iyi giyenebileceği bir hava olayı bence.. Kaşkol, şapka filan.. Yazında hatun kişiler böyle kımıl kımıl giyiniyor, er kişiler kıllı kalıyor haliyle..

* Lan? Sakın Eylül dişi, Ekim erkek gibi olmasın.. Ağustos'ta gay gibi zaten.. Nisan genç kız, çıtı pıtı.. Kasım şişman ve yaşlı, kel, bir de yavşak tipi var.. Mayıs her daim asi ve bıçkın delikanlı.. Ocak, arka göt cebinde eve çikilopla gelen dayı gibi..  Şubat, mahallede ağaçlara dalıp elma toplayan haylaz.. Mart tam bir şerefsiz çocuğu gibi, "hacı bi sakal atsana" diyecek gibi.. Haziran aristokrat gibi, elit gibi..

* Bazen yazar, sıkılır.. İşte bu car cur konumundan.. Yüzünü, hüznünü azıcık dinlendirmek ister.. Bünyeyi bir yerlere, tiz sesini başka yerlere tatile göndermek ister.. Bazen yazar, tadilat dolayısıyla kendi içine kapanmak ister.. Bazen yazar, hep üretmekten sıkılır, zıvanadan çıkar, küplere biner, küfür eder, su kaynatır.. Bu kadar, işte bu kadar ortada olmaktan bıkar.. Beynini, kendisini ve latin harflerini azad buzad etmek ister.. Bazen yazar, azar.. Bazen yazar, buzar ve bazen yazar, yazamaz.. İşte o vakit devreye "özür notları" girer.. Yazar yazamadığı için özür diler de, ya okur? Onu okuyamadığı için özür diler mi hiç? Dilemiyorum lan özür filan, dağılın..


* Ben çocukken herkesi Fenerbahçeli zannediyordum..

* Ruh ve Sinir Hastalığı mı? Ruh nedir ki? Demek ki siz insanın ruhunu görebiliyorsunuz? Hastalığı tespit ettiğinize göre.. Çözüm önerileriniz bile var.. Vay benim kardaşlarıma be, ha benim yiğitlerime..

* Bir de reenkarnasyona inanmak, beyni inkar etmektir bence, bence ama!.. Ruh transferi olarak adlandırılıyor ya bu meret.. Bir ruhun başka bir bedende vücut bulması.. E hacıabi, o zaman reenkarne olan kişi, ruh sayesinde mi hatırlıyor geçmişte Rus Çar'ı olduğunu? Hiç orospu olan yok zaten, hep kral, kraliçe.. Hatırlamak, hafızaya almak, gülmek vs. gibi olgular beyinin görevi değil midir keten helvam? Eğer ruhunla hatırladığını iddia ediyorsan, beynini inkar ediyorsun, salak! Ha, reenkarne olmuşumdur, ama hatırlamıyorum de, canımı ye..

* "Neden yazıyorsun?" diye sorarlar ya, ya ben lan neyse bişey demiyorum diyesin gelir ama diyemezsin, onun yerine şöyle olabilir;
-siz neden yazmıyorsunuz, neyiniz eksik?
-arkadaş kurbanıyım.. küçükken bana hep "kitap en iyi arkadaştır" diye kafamı yediler.. o yalancı hülyalar uğruna yazıyorum.. peki siz nasıl düştünüz buraya, neden okuyorsunuz?
-iki kalas, bi yazar işte.. sevdiğim yazarların devamı olmayı hayal ediyorum..


* Ee, şey.. Merhaba canlar.. Ben geldim..