30 Haziran 2010

Bloklar Arası Sessizlik Sonrası Uğruna Ömür Dürülen


Ömer Üründül aforizmaları;

-O pozisyonda kaleci olmasa gol olurdu.
-Gana'nın kazanması için gol atması şart!
-Şimdi tabi bloklar arası kolektif tandem anlayışının totaliter futbol felsefesine dayanaraktan..
-Ama bakınız bu yavaş çekim, böyle durduğuna bakma.. Sert top yani..
-Bir stoperde bulunması gereken fazlalıklar var..
-Maç bitmeden iki takımda gol bulabilir..

"Yapma demiyorum, hobi olarak yine yap.."

28 Haziran 2010

Diego Armando Maradona

Sadece bir tane futbol Tanrısı vardır, bir de O'nun Messihi..

27 Haziran 2010

Dargın Mahkum

Engel varsa önünde; yani bir seti, bir duvarı atlayarak geçmen gerekiyorsa, bir adım geri gitmen şart.. Vamos Bien ve Grup Ck bir adım geri gittiler ve "tribün faaliyetlerini" askıya aldıklarını açıkladılar.. Yapılması gereken genel eylem kavramın en güzelini yaptılar.. Şu tırnak içine aldığım cümleyi anlamayanların gözüne sokmak için tekrar etmek istiyorum.. Sadece tribün faaliyetlerini askıya aldılar.. Koreografi yok, pankart yok, sopalı yok; yani tribün güzelliği yok.. Sebepleri bildiride açıkca yazıyor..

Bu grupların güzel insanları zaten önceden de olduğu gibi yine tribünde, aynı yerlerinde olacaklar.. Bir adım geri çekilmek bu demek işte.. Orada, ama sessiz.. Sessiz çığlıktır büyüyecek olan, kulakları sağır edecek olan.. Susarak duyuruyoruz sesimizi..

Derdimiz piyon olmamaktı.. Sunay Akın demişti bir şiirinde "tek suçum / sap olmamak / baltanın / kanlı oyunlarına.."

Şu sayfalarda anlatamadığım tüm mevzuyu "esperi reşit" anlatmış tek bir paragrafla ve demiş ki; "Bazen dayatılana karşı, Bazarov gibi elinin tersiyle, 'boşversene bir üçüncü ihtimal her daim vardır, sunulan iki ihtimale karşı' demek gerek.. Sunulanların dışında bir üçüncü ihtimal.."

Biz yine, her zaman olduğu gibi tribündeyiz, yerimizdeyiz; ama sizin istediğiniz gibi değil, rahmetli Ünsal hocamızın dediği gibi, yıkanmak istemeyen çocuklarız!


kapatır kitabı şaban oğlu selim
kırkıncı yapraktır
anladığını anlatmayan alçaktır!



Ay'kutlu Yıllar


Fenerbahçe taraftarının kulübede görebilmek uğruna şampiyonluğu feda edebileceği bir kaç canlıdan birisidir Kocaman Aykut..

Öyle kaşlarını çatarak, suskun takılarak, bedavadan 'efendi adam' sıfatını kazanmadı Aykut.. Kendisi için 1996 yılında çok farklı gündemler varken, o, Trabzonspor maçından sonra "Bütün bir sezon uğraşıyorsunuz ve bütün emekleriniz tek bir maçla heba oluyor. Kendi galibiyetimize seviniyorum ama Trabzonlu arkadaşlarım için daha çok üzülüyorum" diyebilecek kadar delikanlı olduğunu yıllar önce ispat etmiştir herkese.. Eliyle gol attığı maçtan sonra uzatılan mikrofonlara "evet, golü elimle attım" diyendir o.. Tıpkı yaptığı ortanın güzel bir gol olması sonucunda "niyetim orta yapmaktı, yanlışlıkla gol oldu, iyi oldu" demesi gibi..

Takımın başına gelişi tartışma konusu olabilir, fakat, 'Onursuz Daum' ve diğerlerinin arkasından kuyu kazdıklarını bildiği halde, sırf Fenerbahçe'nin zarar görmemesini istediği için koca bir sezon boyu 'susmuştur'.. Kişiliği tartışıldı, karizması yok, görevi belli değil denildi, Aykut eziliyor denildi.. O hep sustu..
Şimdi artık yılların hasreti dindi..

Yazının başında belirttiğim gibi uğruna şampiyonluğun bile feda edilebileceği bir adam geldi.. Camiayı birleştirebilecek tek isimdi o bana göre..

Kişisel olarak Fenerbahçeli oluşumun sebebidir demiştim bir travma gecesinin sonunda..
Mahallede gol attıktan sonra bağırdığım isimdir Kocaman Aykut.. Belli bir kuşağın isim babasıdır.. Diğerlerine antipatik gelmeyen nadir Fenerbahçelilerdendir.. 'Onursuz Daum'a istinaden "nasıl kovdu aykut kocaman" tezahüratının sebebidir..

Şu dönem bez parçalarının üzerinde sevdasını bir elinde fırça, bir elinde boya ile anlatmaya çalışan gençlerin, o boyumuzu aşan set pankartlarını yapan adamların, koreografi için kartonları tek tek binlerce koltuğa dizen güzel insanların boş arsalarda top koşturduğu zaman, -yani kısa şortlarla dolandığımız vakitler- sen de bizler için, Fenerbahçe için ter döküyordun ya hani.. Hocaaam; şimdi yine Fenerbahçe için terleme zamanı.. Bu sefer farklı bir coşkuyla.. Bu sefer hepimiz mutluyuz..

Yaşasın Çocukluğumuz!

Şimdi, tribün dalgalanmaları arasında yaşananan olumsuzluklardan ziyade, yapılmak istenilen tribün formatı inceden "çıtlayan nağmeler" olsada, sessizce başlıyoruz arkadaşlar;

Kalbimden kosKOCAMAN bir sevda geçer
İnsanı uzaklardan yakına çeker

25 Haziran 2010

Kazım'a Mektup


Merhaba Kazım,

Nasıl geçiyor günlerin orada?

Sen sevmezsin heyecansız yaşamı. Her şey düzenlidir şimdi oralarda. Karmaşa yok, trafik yok. İstiklal Caddesi var mı orada da? Mis Sokak`ta kaçak çay veren garsona kızdığın gibi "Rize Çayı getirin bana" diyor musun oradaki hizmet eden meleklere de? Yeşil parkanı giyip yağmurlu günde taksinin ön koltuğuna otururken taksici seni tanımasın diye dua ediyor musun hala?

Hamsi pişiriyor musun orada? Pişirirken de "Ben seni sevduğumi dünyalara bildurdum" türküsünü söylüyor musun? Sahi Kazım Cennette hamsi var mı gerçekten? Hamsi olmadan Cennet bile çekilmez değil mi? Güzelliğini Hopa dağlarından almış sesinle Dido'yu söylüyor musun?

Manu Chao'nun konser vermesi için orada da uğraşıyor musun? Hala St.Pauli gelince seviniyor musun? Pazar günleri Trabzonspor´un maçlarını radyodan mı dinliyorsun hala? Spikerin mikrofonarımız Avni Aker'de diyene kadar sıkıntıdan patlıyor musun? Aytekin'in verdiği bordo-mavi çubuklu (reklamsız) formanı mı giyiyorsun hep? Yenildiğimizde ağlıyor musun hala?

Kazım bir kemençe veya bir tulum çalan bulabildin mi orada? Yalnız mısın orada? Kalabalık mı Trabzonspor tribünleri? Dozer Cemil'de orda mı? Birini daha soracağım sana Kazım;
1996 yılında 12 yaşındayken şampiyonluğu kaçırdığımız için kendini incir ağacına asan şehidimiz Mehmet Dalman'ı gördün mü? Mutlaka cennette karşılaşmışsındır. Ne yapıyor Memedim? İyi mi? Büyümüş mü Kazım? O Trabzon şivesi ile yanına gelip sana o soruyu sordu mu? Ona acı haberi verdin mi Kazım?

"Memedim 22 yıl oldu ve Trabzonspor hala şampiyon olamadı" dedin mi ona? Söylemeseydin keşke. Dayanamaz Memedin yüreği. Bir kez daha yıkılmasın o küçük dünyası.

Sarıldın mı ona sıkıca? Daha çok küçük o Kazım.. Sıkı sarıl ona.Hiç bırakma. Kimsesi yok orda Memedin. Onu ilk kez Trabzonspor maçına getiren babasını çok özlemiştir şimdi. Babalar gününde sarıldın mı ona? Sana hediye almak isterdi ama parası yoktur ki orada Memedin. Olsaydı eğer bil ki son kuruşuna kadar paraya kıyıp sana bir kaşkol alırdı. En güzel bordo-mavi duyguyla örülmüş.

Orada da havalar Karadeniz dağlarındaki gibi soğuk mudur mu acaba? Havalar soğuyunca sıkı sarıl ona Kazım. Senin yanında götürdüğün bordo-mavi çubuklu formayı ona ver. Daha çok küçük o. üşümesin Memedim. Sen de bilirsin o forma sıcak tutar adamı. Çoooook sıcak

Koynunda uyut onu. Hopa`ya giderken Zigana dağlarına bakan gözlerinle bak ona. Trabzonspor diye bağıran dudaklarınla öp onu. Söyle ona: "Memedim, 22 yıl oldu şampiyon olamadık. ama şampiyonluk için uşaklar hala uğraşıyor"

Bir de Kazım;
Trabzon maçını izleyenler arasında Trabzon 100-0 yenilse bile televizyona en yakın oturan, en çok çay içen, en çok bağıran ve lakabı Kama Yılmaz olan birini görürsen bil ki o da benim babamdır. Senin gibi onu da kanser aldı bizden. Bir bayram sabahı Memedi de yanına alıp benim için babama bir kez sarılır mısın ve söyler misin ona: "Yılmaz Amca oğlun evlendi. 20 gün önce de kızı oldu.ve kızına senin doğduğun köyün adı Alona`yı vermişler. Babası Alona`nın kulağına ezan okuduktan sonra 'Şampiyon Trabzon' diye seslenmiş" demeyi de unutma emi....

Memede sıkı sarıl! O daha çok küçüktür. Söz; şampiyonluk kupasını alınca bir senin bir de Memedin mezarına getireceğiz. Değil 22 yıl, bin yıl beklesek dahi..

Yavuz Saltık

21 Haziran 2010

Çamura Bile Yakışmıyorsun


Sene kaç bilmiyorum.. O dönemde derbi maçlarını İtalyan hakemler yönetiyor..

Bir Fenerbahçe - Galatasaray karşılaşmasında bizim Fenerbahçeli Çarli Yılmaz (Yılmaz Şen), futbolun ölümsüz kralı Metin Oktay'a futbolla uzaktan yakından alakası olmayan bir hareket yapıyor ve Metin Oktay tıpkı mahalle kavgasındaymış gibi döndüğü gibi yumruğu yapıştırıyor..

O vakitler 'kırmızı kart' diye birşey yok.. Diskalifiye etmek var, sahadan göndermek var.. İtalyan hakem geliyor ve Metin Oktay'a "çık dışarı" işaretini çakıyor ve kral, küfür yediği tribünlerin önüne gelerek, elini göğsüne koyarak, beline kadar eğilerek selamını veriyor.. Yazının fotoğrafında görmüş olduğunuz bu selamdır..

Bu, Metin Oktay'ın futbol hayatı boyunca gördüğü tek kırmızı karttır, daha doğrusu kart değil, tek 'men cezasıdır'..

Galatasaray'a az da olsa saygım varsa bunun sebebi Metin Oktay'dır.. Tıpkı Beşiktaş'a olan saygımın Hakkı Yeten'den kaynaklandığı gibi..

Neden anlattım bunları..
Şimdilerde delikanlı denilebilecek topçuları mumla aradığımız için, futbolcu orospularının peyda olduğu şu günlerde Abdul Kader Keita'ya bir sayfa ayırmak istedim sadece..
Dünya Kupasında geçtiğimiz gün komik bir şekilde attırdığı Kaka, Süper Lig'te yapmış olduğu onca numaralar, bu adamın karaktersiz olduğunu tescillemiştir.. Zaten bildiğimiz, söylediğimiz bir mevzuya dünya şahit olmuş oldu sadece.. Bu yorumu okuyacak olan Galatasaraylı vatandaşlar "Lugano" diyecek, "Emre'yi anlat" diyecek, "Bilica'dan bahset" diyecek..
Peşinen cevap vereyim..
Hiç birisi "emek hırsızı" değil..
Sabri, Lugano, Nouma gibi oyuncular 'sadece kendi taraftarlarınca' sevilen oyunculardır.. Fakat hiç birisi emek hırsızı değildir!
Duygularımın nefrete dönüştüğü Galatasaray camiasına bile yakışmayan bu haysiyet yoksunu futbol orospusu adamdan bir an önce uzaklaşmalı.. Mahalleye fazla yaklaştırmamalı.. Biz futbolu sokaklarda ağır abilerden öğrendik, onlar sayesinde benimsedik 'artiz'leri sevmemeyi..
Bıraksın futbolu, işsiz kalmaz..
Fifinasi Hoca'mın dediği gibi krizde olan hollywood sinemasının Keita gibi artizlere ihtiyacı var.. Havadan polen düşse tepesine, kendini yere atacak şerefi eksik..
En azından Elano gibi Galatasaray'da başka, Ulusal takımında başka oynamıyor.. Mahallede neyse, caddede de öyle; artiz..
Emek hırsızı!

17 Haziran 2010

Mahallenin Dayısı Fenerbahçe


Sezon sonu yaşanan ciddi travmanın ardından Aziz Yıldırım'ın Düzce'de, şantiyede, inşaat işleri kovalarken, ceketi elinde, keyfi yerinde yaptığı açıklamaların içerisinden bir cümle aktararak başlamak istiyorum..
"Biz rakiplerimize 10 puan fark attık.. Sadece Bursaspor'u hesaba katmadık.. Ona göre ayarlamadık kendimizi.. Galatasaray ve Beşiktaş'ın 10 puan önünde bitirdik ligi!" cümleleri, asırlık çınar Fenerbahçe Spor Kulübünün başkanının ağzından çıkıyor..
Özellikle tribün konusunda tek haklı yönünü bulamayacağım Aziz Yıldırım, yanlışlar zincirine Daum ile devam kararı alarak devam etti.. Az önce hatırlattığım şu Düzce'de, şantiyede, ceketi kolunda, keyfi yerinde yaptığı açıklamaların arasında, transfer sorulduğunda şöyle bir cümle sarfetmişti; "taraftarlar istedi diye Güiza'yı göndermem!"
Gönderme paşam.. Taliplisi yok diyemiyorsun, istediğim parayı vermiyorlar, ben çok para verdim, bedavaya satmam diyemiyorsun da, taraftara b.k atıyorsun hala!
Transfer konusunda ne kazandırdın Fenerbahçe'ye? Dünyada en çok oyuncu alan 30, en az satan 3 kulüpten birisiyiz..
14 Mayıs 2006 senesini unutmamamışken 16 Mayıs 2010 patlattınız yüzümüze, el birliğiyle.. Anons kepazeliğinden tutun, açıklamalarınıza kadar yakışmıyorsunuz artık!
Daum'la devam kararı öyle mi?
Ne diye gönderdin Zico'yu o zaman!
13 yıllık başkanlık süresince en başarılı sezonunu yaşatan adam Zico..
Şampiyonlar Liginde çeyrek final oynatan Zico..
Roberto Carlos sana mı geldi sanıyorsun? Zico orada olduğu için geldi..
Daum'u ısıtıp bize tekrar yedirmek adına "4 yılda 2 şampiyonluk, 2 ikincilik" masalı anlatma sakın.. Zico'nun 2 yılında 1 şampiyonluk, 1 ikincilik, bir de ŞL çeyrek finali vardı.. O ruh ile Chelsea, İnter, Sevilla gibi şımarık züppeleri dize getirdik biz.. Mahallenin dayısı Fenerbahçe idi o zaman..
Şimdi sayende şamar oğlanı! Hala Fenerbahçe tek büyüktür masalları okumaya devam et.. Soyutla Fenerbahçe'yi halktan.. Fenerbahçe büyüktür, evet.. Tek büyüktür hatta! O yoksa bolluk yoktur, hiç birşeyin tadı yoktur.. Ama, taraftarı sayesinde büyüktür.. Yönetimi, futbolcular değil.. Renkleri ihtişamlıdır Fenerbahçe'nin, sizin giydiğiniz kaliteli takım elbiseler değil, Fenerium değil.. Aristidi kaptan gibi bir rozet, bir kulüp rakısı bile yeter bize..
Daum'la mı devam edeceğiz?
Edelim..
Tribünde seyirci mi istiyorsun?
Helal olsun..
Anonsçuna talimatı ver, "şimdi ıslık" desin..
Çekirdekçi taraftara ver kombinelerini..
Ve,
biir, ikii, üüç..
ÇIIT

16 Haziran 2010

Ayrılık da Sevdaya Dahil!


11 yıl..
Koskoca 11 yıldır çalışan, "tribün emekçisi" denildiğinde akla ilk gelenlerden olan ve yaptığı icraatlarla herkesin takdirini toplayan Grup Ck, aktif faaliyetlerini durdurma kararı aldı..
Cefakâr Kanaryalar artık yok..
***
Sebebi, verilen yersiz cezalar.. Sebebi, yönetimin tribüncüleri hukuk karşısında yalnız bırakması.. Sebebi, ipe sapa gelmez insanların yaptığı suçlamalar.. Sebebi Vamos Bien ve Ünifeb gibi kardeş gruplarla birlikte yapılan koreografilerin tüm masraflarını, adı geçen gruplar kendi bünyesinde karşılamaya çalışırken, yine sevdası uğruna yapılan bir pankartı açma eyleminde verilen cezaların maddi ve manevi can sıkıcı boyutlara gelmesidir..
***
Artık ses çıkarma vakti gelmişti ve bunun öncüsü Ck olmuştur.. Bu ses yönetime gitmiştir.. Bu ses oturduğu yerden ahkâm kesenlere gitmiştir.. Bu ses taraftara değil, 'seyircimize' gitmiştir.. Bu ses değer bilmez, vefasızlara gitmiştir.. Kulak zarlarını patlacaktır, çünkü bu ses büyüyecektir..
***
Yönetim artık 55.000 tane balon dağıtsın, şakşak versin girişte, 10 bin lira maaş alsın anons yapan lavuk, "evet şimdi ıslık" diye inletsin benim güzel Kadıköy'ümü.. "Gitmek mi zor, kalmak mı?" sorusunu nakşettin bu bünyeye.. Unutma Ck, seni seviyoruz! Vamos Bien seni seviyor.. Taraftar seni seviyor..
***
Son sözü söylüyor Alpaslan Özçelik; "hak varsa helal olsun, hakkı olan helal etsin!"
***
onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın
o kadar gömlekleri beyaz kordunlu
golf pantolonlu
kadroların..
'Kardeşler!'
onlara sokakta rastlarsanız eğer
ölümü görmüş gibi çevirin başınızı..
kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
arkadan sırtınıza bir
bıçak girebilir!
onlar istiyorlar ki
kara toprağın kalbi durana kadar
biz pazarda kelepir bir mal gibi satılalım
kafamızın ışığını, gücümüzü kolumuzun..
ve dumanlanmağa başlayınca
gözümüzün bakışı,
yavaşlayınca
damarlarımızda kanın akışı
karaya vurmuş balıklar gibi
köprü altlarında yatalım!
'Kardeşler!'
onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
yedi tas su dökün ellerinize..
yırtarak bayramlık gömleğimi ben
peşkir yaparım size..
biz,
ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
biz,
aynı yastıkta yatar gibi
toprağa başlarını yan yana koyanlar,
biz,
yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
gebereceğiz!
ve kadrolar
parlatarak kara gömleklerinin beyaz kordunlarını
gömecekler kadife koltuklara
golf pantolonlarını..
'Kardeşler!'
onların adına benziyorsa eğer
adınızı değiştirin..
Vebanın girdiği kapıdan girin
onların evine atmayın ayak!
onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın
o kara gömlekli beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların!
Nazım Hikmet Ran

12 Haziran 2010

İade-i İtibar Süreci


Alışmıştık esasında şampiyonluk sevinçlerimizin kursağımızda kalmasına.. Oğuz ve Aykut'un gönderilişi gibi.. 2007'de, 16 sene sonra Fenerbahçe Erkek Basketbol takımını şampiyon yapan adam olan Aydın Örs'ün gitmesine göz yumulması gibi..

Fenerbahçe ile özdeşleşmiş isimlere sahip çıkamıyoruz biz.. Müjdat Yetkiner kulübün kapısından giremiyor, Aykut ve Oğuz'un gönderiliş biçimleri hala hafızamda, Tuncay Şanlı nerelerde, Semih ne yapmak istiyor.. Bir sürü soru.. Tam bir sosyolojik vak'a esasında bu mevzu..

Uzatmak istemiyorum, kısa bir hoşgeldin yazısıdır bu..
Fakat şunu söylemeden geçmek istemiyorum.. Mahmut Uslu isimli Fenerbahçe'ye yakışmayan bir yöneticinin istifası sonrası, camianın çıkarttığı 'adam' listesinin tepesinde yer alan Aydın Örs hocamızın geri gelmesi, güzel bir topu göğüste yumuşatıp voleyi doksana çakma hareketi oldu benim için..

Ertuğrul hocanın arkasında 'abilik' yapacak Aydın Örs..
Erkek Basketbol Genel Koordinatörlüğüne getirildi..

Haydi Kocaman Aykut!
Sıra sende iki gözüm..

İade-i itibar süreci bu..
Daha çok işimiz var..

10 Haziran 2010

11 Numaralı Serseri


Konu nedir; Miroslav Stoch isimli vatandaşın Fenerbahçe'ye transferi.. Son söylemem gerekeni baştan belirteyim, çok sevindim.. 21 yaşında Chelsea'den, Uefa'nın 'yıldız adayı' diye lanse ettiği bir topçu almak çok keyifli.. Üstelik hatırladığım kadarıyla son dönemde en genç yabancı transferimiz..

Lakin takıldığım başka noktalar var..

Toplamda 3 tane maçını seyretmeyen insanların "süper yetenek" diye lanse etmesi rahatsız ediyor beni.. Akabinde ters manyel yapanlar da "ellerinde patlar", "vasıfsız topçu" diye eleştirileri komik geliyor.. Eredivisie maçlarını hangi kanalın verdiğinden bile haberi olmayan çoğunluğun yorumlarına kaldın sevgili Stoch kardeşim..

Video'lardan topçu beğenmek, menejerlik oyunlarından özellikleri eklemek, istatistiki bilgilerle yorumlamak; bunlar artık yordu beni.. Önümüzde Dünya Kupası maçları var, kimse demiyor ki "izleyelim, görelim, neymiş bu velet, bu yaşta gitmiş Chelsea'ye"..

"Galatasaray'ın elinden kaptık" nidaları peyda oldu sonra.. Beni asıl gururlandıran konu şudur; 2 haftadır tüm medya kuruluşları "Stoch Galatasaray'da" diye yazdı çizdi, hatta resmi sitelerinde açıkladılar, komik oldu tabi.. Tam 2 haftadır yazdılar, çizdiler; fakat resmi transfer döneminin ilk gününde sessiz sedasız ayarı verdi Fenerbahçe.. Gitti, aldı, geldi.. Laf değil, icraat cümlesinin hakkını verdiler, yüreğimizi fethettiler..

Tüm bunların yanında bir de efsane geyikler dönüyor ki okurken çok keyiflendim, acaip neşeli çocuklar var gerçekten.. Hele ki Allah'ın Slovakya'lısının "Türkiye'de Galatasaray'dan başka takımda oynamam ben hacı" dediğine inanan adamla ben oturup sohbet etmek istiyorum.. Sabaha kadar, katıksız.. Akabinde Gürcan Bilgiç'in bu sene Twente'de kiralık oynayan ve kanat oyuncusu olmasına rağmen 10 golü bulunan Stoch hakkında "bu sezon Chelsea'de pek fazla forma şansı bulamayan bir adamı aldı Fenerbahçe" demesi.. Vay benim kardaşıma be.. Ha benim Gürcan'ıma be..

Yahu, Stoch kardeşim.. Bir halt ettin, geldin sevdamız Fenerbahçe'nin kapısına, iyi ettin, güzel ettin, hoşgeldin.. Fakat kulaklarını tıka, işine bak.. Garip bir ülkeye geliyorsun.. Daha sen gelmeden balon dediler, süper yetenek dediler, tarzı olmayan adam dediler, Türkiye'ye gelmiş en iyi yabancı dediler.. Bitin artık be.. Uzak durun biraz..

Herşeyi geçtim; serseri görüntüsü var delikanlının.. Eğer futbolcuların "numara tipi" varsa, bu çocukta kesinlikle 11 numara tipi var.. Umarım o formayı giyer..

Haydi hayırlısı..

8 Haziran 2010

90'ların Mahalle Maçları Mevzuatı



1. İyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilirdi..
2. Maçlar minyatür kalede oynanıyorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu..
3. Kaleler tamamen hayali olurdu.. Kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler iki taş ile işaretlenirdi..
4. Hava kararınca, ezan okununca veya anne-baba çağırınca maç biterdi..
5. Üç korner, bir penaltıydı..
6. Topu patlatan parasını öder, patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı..
7. Frikiklerde "açıl biraz" denince "burası ali sami yen mi oğlum" şeklinde cevap verilirdi..
8. Takımlar kurulurken ilk oyuncuyu seçme hakkı, adım almayı iyi bilenindi..
9. Kaleci topu 3 kere sektirirse, rakibe "açılsana, 3 kere sektirdim" derdi, rakip açılırdı; efendilik vardı..
10. Top oyuncunun pek münasip olmayan bir tarafına gelirse, herkes "işe işe!" diye bağırırdı..
11. Penaltılarda kaleci değiştirilirse, 2 penaltı atılırdı.. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı..
12. Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip kınanırdı..
13. Tanju, Rıdvan, Metin, Aykut, Ali, Feyyaz, Hakan, Hami gibi dönemin popüler futbolcularının adı alınırdı gol atıldığında..
14. Topun sahibi tüm kuralları koyar, takımı kurar, kaleyi seçer, istemediği kişileri topuyla oynatmazdı.. Kraldı..
15. Klişe laflar vardı.. Mesela; "at bakayim abinin kıllı göğsüne!"
16. Elin avantajı olmazdı.. Oyun değil hayat dururdu..
17. Bel üstü gol sayılmazdı..
18. Taçtan kendi önüne atıp başlatılınca, taç değişirdi..
19. Maçı izleyen küçük bir grup varsa, penaltı olup olmadığına o karar verirdi, saygı vardı..
20. Maçlarda eğer iddia varsa ödüller genel olarak algida max, eskimo, meybuz, 2,5 litrelik kola gibi ürünlerden oluşurdu..
21. Pas vermeden sadece çalım atarak gol atılırsa sayılmazdı..
22. Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin koca bir zıplayışının akabinde 3 koca adım atmasıyla belirlenirdi.. Büyük atılan adıma karşılık olarak rakip takım "sen tuvalete de mi böyle gidiyon?" diyerek ortalığı kızıştırırdı..
23. Top, oyun alanı içerisindeki herhangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Çünkü topu ilk kim kaparsa o takımda başlardı..
24. Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse rakip takım direk o kişiyi yüceltip "adamın gol diyo" diyerek golü alırlardı.. Golü kabullenen kişi de kaleye veya defansa alınırdı..
25. Varsa, hakeme yapılan en dolu dizgin hakaret; "hakeme gözlük, eline de sözlük"tü..
26. Oynayacakların sayısı eğer tek ise, güçsüzlerden biri devre değiştirerek gönlü alınırdı.. Buna "devrelik" denirdi..
27. Penaltılarda eğer takımınız açık ara farkla öndeyse kaleciye vurdurulurdu.. Ama en güçlü forvetiniz penaltıyı kullanacaksa, hemen rakip kalecinin gönlü alınırdı; "merak etme olm, teknik vuracam"
28. Sabit bir kaleci yoksa 2 golde bir veya dakika usulü oyuncular aralarında değişirdi.. Kalecilik sırası "sondan bir" diye kim bağırırsa, o kişiden geriye sayılırdı..
29. Dizde veya ayak ucunda top sektirerek kaleci sırası belirlendiğide olurdu (genellikle 9 aylık veya 21 aylık gibi oyunlarda)..
30. Bir de "kaleci-oyuncu" kavramı vardı.. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı..
31. Eğer bir oyuncu faule maruz kalmışsa ama devam etmek istiyorsa, rakip futbolculardan birinin yürümesini dahi bahane ederek; "adamın devam ediyor, bak" derdi ve pozisyon devam ederdi..
32. Milli birlik ve beraberliğimiz mahalle maçlarında başlamıştır.. Önce maçlar yapılır.. Centilmenlik skora yansımazsa sopalar, taşlar konuşurdu..
33. Unutulmaz "atan alır spor" vardı.. Eğer top kime çarpıp çıkmışsa, topun gittiği yer neresi olursa olsun koşa koşa gidip alırdı..
34. Mahallenin abileri kaleci alıştırırlardı ve buna göre puan verirlerdi.. Aralarında kavga eden çocukların puanı kesilirdi..
35. Skor ne olursa olsun akşam saati yaklaştığında "golü atan kazanır" kuralı işlerdi..
36. Maçlardan sonra su sırasına girmek ayrı bir davaydı ve mutlaka koşa koşa gidilirdi.. Genellikle yaşlı amca veya teyzeler, zemin katta oturanlar bu işin acımasız kurbanlarıydı..
37. El kasti değilse o top direkt kaleye kullanılmaz, "kasti değil ki oğlum, gol olmaz" denirdi..
38. Eğer kaleci dahil herkes çalımlanmışsa; o top çizgiye kadar götürülür, ya popo dürtmesi yada yere yatıp; kafa, burun, alın gibi vücut kısımlarının dürtmesi ile gol atılırdı..
39. Kalecinin degajla gol atabilmesi bir yetenekti fakat yene de gol sayılmazdı.. Karşılıklı atışmaların sonunda yoldan geçen herhangi biri hakem yapılırdı ve sonuca o karar verirdi..
40. Para o zamanlar kolay bulunmadığından maçın hangi takım tarafından başlatılacağına bir tarafına tükürülmüş düz bir taşın havaya atılıp "yaş mı, kuru mu" seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi..
41.Kaleler taştan olduğu için atılan şut önce defansa çarpıp sonra taşın üstünden geçtiyse şutu atan takım gooll diye yaygara çıkarırdı.. Rakip takımın "gol değil, kale üstü" cevabına, "gol yoksa korner o zaman, ver topu" diyerek ayar verilip, racon kesilirdi..

Vay gidi be..

7 Haziran 2010

Mehmet Duru Röportajı

1962’nin Mersin’inde gelmiş dünyaya Mehmet Duru.. 13 yaşında Hürriyet çocuk kulübünde yayınlanan ilk karikatürü sonrasında kendisini o çocuk denecek yaşta dahi karikatürist gibi hissetmiş.. Zira bunun bir sebebi var.. Şimdiki mizahçıların bile büyük saygı duyduğu, Türk mizahının yapı taşlarından olan Gırgır, Fırt ve Çarşaf dergilerinde amatör olarak çizmesiydi..

Dönemin genç
liğinin elinden düşürmediği Gırgır’a çizerken, tatil beldelerinde portreler çizerek geçimini sağlamaya çalıştı Mehmet Duru, 13 yaşında..

1980’den sonra ise Günaydın, Bulvar, Bugün ve Sabah gibi çeşitli gazetelerde hastane, polis ve adliye muhabirliği yaptı.. Bu alanda gösterdiği kişisel başarılardan ötürü ‘istihbarat şefliğine’ kadar yükseldi.. Bunun yanında karikatür aşkını icra etmekten geri kalmadı hiçbir zaman.. Daha sonra çalıştığı gazetelerin kapanmasının (Günaydın ve Tan) ardından çeşitli magazin dergilerinde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı..

Son dönemlerde ise eski adı Öküz, yeni ismi Hayvan olan aylık kültür fizik dergisinde sıra dışı insanlarla “Öteki Hayatlar” adı altında röportajlar yaptı..

Onu tanımama vesile olan asıl mevzu ise çizmiş olduğu dev pankartlardır.. O sağlam karikatürist kimliğini, kendi sevdası da olan sarı lacivert re
nklere gönül vermiş gençlerle birlikte, yorgun gecelerde yaptığı ciddi icraatlardır..

Daha yakından tanımak adına sorularım olacak ken
disine.. Kabul ettiği için teşekkür ediyorum..


***** ***** ***** *****

-Klişe ile başlanır ya şu röportaj dalgasına, öyle yapalım.. Nasıl Fenerbahçeli oldun hocam?
-Fenerbahçe Mersin'e gelmişti.. 6-7 yaşındayı
m o vakit.. Arkadaşlarımızla birlikte futbolcuları yakından görmeye gittik.. Cemil Turan saçımı okşamıştı.. O andan beri Fenerbahçeliyim..

-Efsane olmuş pankartları çizdin, hepsi b
aşarılı çalışmalar.. Bu pankartları tribünde görünce ne hissediyorsun?
-Ruhsal orgazma ulaşıyorum.. (bu sırada 'bak yazarım hepsini' diye tehditvari cümleme istinaden; "ne yani Giray, i.neler gibi 'çok mutlu oluyorum' filan mı diyeceğimi sandın.? Yavşakça cevap istiyorsan 'ayy ne mutlu o
luyorum, dünyanın en mutlu kişisi ben oluyorum' mu diyeyim" diyerek bana da verdi ayarı..)

-Bu cevaptan sonra aklıma Hayvan/Öküz dergisinde hazırladığın röportajların geldi usta.. Dergi okurlarından değil ama okuyan, şahit olan farklı isimlerden tepkiler aldın hep, adab-ı muhaşereti aştığ
ına dair.. Tarzın mı bu?
-Aynen budur kardeşim! Ben doğal insanım, yapmacık şeylere tahammül edemiyorum. Bu konuda bir çok televizyondan, çalıştığım ga
zetelerden kovuldum... Yani adamların g.tü yemedi beni yanlarında çalıştırmaya! Çünkü paldır küldür mevzulara giriyorum...

-Hocam hatırlıyorum da, "röportaj
larımı yayınlayacak yürekli yayınevi sahipleri arıyorum" demiştin..
-Aynen öyle demiştim ama o kadar t.şaklı yayınevi bulamadım! Herkes 'yusuff yusuff' ediyor!

-Şu sıralar ne yapıyorsun peki usta?
Bildiğim kadarıyla Deli Dolu dergisini hazırlıyordun?
-Boyumdan büyük işlere girdim kardeşim, devlere başkaldırdım... Doğal olarak işlerine gelmedim ve beni dört koldan boğdular! Onu anlatmak uzun hikaye ama tek başıma dergiyi çıkardım, yanımda bir oğlum vardı... Di
ğerleri sadece dergiye yazdı çizdi... Derginin basma parasını, dağıtma mevzuları, hamallığı gibi pis işlerine oğlumla beraber koştuk hep... Alemde türlü kahpelikler yaşanıyor, bende o kahpeliklere kurban gidenlerdenim denilebilir... Ama halen inatla dergimi devam ettirmek niyetindeyim!

-Anladığım kadarıyla, muhalif olmaktan, agresif yapıdan dolayı hep birşeyleri kaybetmişsin.. Kazandığın çok şey vard
ır mutlaka..
-O. çocukları olduğu müddetçe ben hep
muhalif olacağım.. Kazanmak derken; başkalarının kaybetmek olarak gördüklerini ben kazanmak olarak görüyorum... Birilerine yavşaklık yaparak, boyun bükerek, el sıvazlayarak, g.t yalayarak bir yerlere gelinecekse, ben o biryerlere sokayım kalemimi! Belki milyarlarım gitti, ama milyarlara satın alamayacağımız tecrübeler edindim...
 

-"mizah soldan beslenir" diye bir söz var, klişedir.. Nedir bunun tam anlamı?
-Mizah sağdan da soldan da beslenir, ama doğruyu görme adına sol düşünce ağır basar. Yani mizah işçiyi, emekçiyi, çift
çiyi savunur. Mizah yol gösterici ve herşeyden bir adım öndedir, düşünsel anlamda. Solun ve sağın asıl kaynağı nedir biliyor musun? Kralın solundakiler emeği savunmuş, sağındakiler de kapitalizmi savunmuş ve öyle de süregelmiş... O anlamda tabi ki mizah soldur özünde... Sol çünkü başkaldırıdır... Çünkü sol emektir, özgürlüktür barıştır.. Doğal olarak mizah da soldur..
 

-Peki Fenerbahçe.. Aşkınız için birşeyler yapmak, uğraşmak, sabahlara kadar arkadaşlarınızla çalışmak ve sonunda "Fenerbahçe Spor Kulübü pankartlarını profesyonel şirketlere yaptırıyor" damgası yemek..
-Onları kaale bile almıyorum.. Sadece
dürrüklük yapıyorlar! Pek üstüne konuşmaya değmez...



-Hocam sokağa çıkalım biraz.. Hababam Sınıfı'nın tümü neden Fenerbahçeli? Veya Cilalı İbo ne diye debeleniyor ki "vay mı lan Feneybahçe'ye yan bakan" diye.. En olmadı Turist Ömer'i anlat bize; neden kabilenin tanrısı olduğunu anladığında ilk olarak "Bağırın ulan o zaman, en büyük Fener diye" bağırtmıştı yamyamları.. Halkın takımı Fenerbahçe söylemini doğrulamıyor mu tüm bunlar?
- Aynen kardeşim... O geçmişteki jenerasyon, bir de bugünün hip-hop gençliği, varoşlardaki bir çok yeni yetişen gençler, neden Fenerbahçeli? Fenerbahçe halkın, özellikle genç kesimin gözdesi... Fenerbahçe bir sevda, Fenerbahçe bir heyecan, Fenerbahçe içimizi titreten... Fenerbahçe'nin maç yapmadığı bir hafta dikkat edin, sanki o hafta hiç maç olmamış gibi yavan gelir insanlara...

-Nazım'ın sözü vardı, ilk gi
ttiği maçtan sonra yazdığı; "Ben, iki gözüm, spordan anlamam ama, şimdi neden Fener'in taraftarı, Galatasaray'ın balosu, müsameresi çoktur, bunu anladım işte.. Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar! Halka, kapılarımızı geniş açalım iki gözüm.." diye..
-Galatasaray elit kesime hitap eder... Burjuva kutlamaları var. Hani aristokrat bakışı, adama bak, sanırsın 10 senedir Fener'i hep yenmiş gibi tepeden bakmalar filan.. Şimdi Beşiktaş taraftarına bakıyorsun, Fenerbahçe'den başka dertleri yok gibi... Oysa insan şöyle bir bakar kendi sahasına, bir de Saraçoğlu'na bakar yahu... Fenerbahçe taraftarına bir yandan Galatasaraylısı bir yandan Beşiktaşlısı, diğer yandan öteki takımlar birleşip laf söylediklerinde tepkisini sokaktaki adam gibi verir Fenerbahçe.. Taraftarı çarşıdan, su ad
adan değildir çünkü, sokaktandır... Fenerbahçeli çeşitli alicengiz oyunlarından anlamaz, doğrudan söyler sözünü... Sonuçta halktır, halk çocuğudur... Ne burjuvalık vardır, ne aristokratlık; doğal olmayı sever Fenerli... Bakın dikkat edin; Babası zengin olan Fenerbahçe taraftarı gençlere, sokaktan kopmamıştır. Kendisini zengin çocuğu gibi göstermek diye bir derdi yoktur... Genelde bu böyledir... Neden diye soracak olursanız taraftarlar birbirlerini etkiliyor, benzerlikler ondan kaynaklanıyor... İyi yoldayız...

-Vamos Bien hakkında ne düşünüyorsun peki.. Hayata, futbola ve Fenerbahçe'ye soldan bakanların ortak sesi, ortak hareketi..
-Tam olarak Fenerbahçe prof
ilini anlatıyor Vamos bien.. Emek, Halk, Sol, Tribün, Demoksi... Bütün önemli kavramları bünyesinde tutuyor bu grup... İçinde özgürlüğü, barışı ve demokrasiyi barındırıyor.. Ben şahsen bu grubun büyümesini, geniş halk kitlelerine ulaşmasını istiyorum. Mesela fahri üye olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nu alabilirsiniz... Malum Recep Bey "Fenerliyim" dedi oyların büyüğünü götürdü, en azından Kılıçdaroğlu ondan hayli hayli iyidir...

-Hocam; Grup Ck, Ünifeb ve Vamos Bien kardeşliği hakkında neler diyeceksin?
-Valla ben çok sevdim... Dileğim şudur ki; Tribün birliği kurulsun, tüm tribüncüler bu üçlüden ilham alsın... Bu kadar güzel bir beraberlik ben daha görmedim. Bir de ben bu çocukları hakikaten çok seviyorum kardeşim... Ne bileyim, bir de sevmemek elde değil. Yani adamlardaki bu sevdaya bak.. Evde annesi dese ki 'al şu süpürgeyi süpür buraları' süpürmez ama pankart yapılırken süpürmek ne kelime, çocuklar
işin hamallığını yapıyorlar... Bu yüce sevdaya bak sen! Basit birşey değil bu, saygı duyulası bir olay... Bu yüzden seviyorum bu adamları.. Ha birde çok saygılılar, dikkat ettim... Kendi aralarında çok ileri derecede makara kukara olmalarına rağmen büyüklerine karşı bir o kadar saygılılar..

-Peki usta, Fenerbahçe için son söz? (diye sordum ama, cevap vermesini istemedim.. Son sözü burada..)


fotoğraflar http://mehmetduru.net/ 'ten alınmıştır..

857 Lira Beş Kuruş'a Deplasman Kombinesi


857 lira beş kuruş, deplasmana kombine..
Yanında; bilet sırasında çektiğin sıkıntılar, taraftar kart tatavası, bazen yediğin joplar, sırada insan yerine konulamamak, otobüs masrafları, işten kaçma süreçleri, ekmek almaya çıkıp ertesi gün evi arayıp "anne ben diyarbakır'dayım" telefonları, bilet sırasındaki görüntüleri işte olduğumuzu zanneden patronun seyretmesi..

Yani demem o ki, sadece 857 lira beş kuruş değil mevzu..
Mevzu çok başka..

2009-2010 sezonu kulüplere göre deplasman fiyat listesi..
Ne kadar çok şey anlatıyor aslında..

Fazla yorum yapmadan, görünenleri tekrar etmek isterim;

Deplasmandaki maç için cebinden en çok para veren taraftar :
1- Fenerbahçe : 857.5
2- Galatasaray : 733
3- Beşiktaş : 619
4- Trabzonspor : 362
5- Bursaspor : 307

Misafirlerinden en çok parayı toplamaya çalışan kulüpler :
1- Galatasaray : 710
2- Fenerbahçe : 567
3- Denizli : 510
4- Beşiktaş : 490
5- Kasımpaşa : 480

Bak sen şu işe;
* Denizlispor ve Antalya'nın 3 büyüklere uyguladığı fiyat politikası..
* Manisaspor'un Galatasaray maçındaki bilet fiyatları..
* Kasımpaşa'nın Fenerbahçe ve Galatasaray'a karşı tutumu..
* Ankaragücü'nün Bjk ve G.Saray'dan aldığının neredeyse iki katını Fenerbahçe'den istemesi..
* Kayserispor tamamen yorumsuz bir olay..
* Eskişehir'in Galatasaray'a karşı farklı fiyat sunması..

Trabzonspor, Bursaspor ve İstanbul B.B'yi standart fiyatlarından ötürü tebrik ediyorum..

Ha, sözün özü..
Engellemeye mi çalışıyorsunuz?
Yerse..





Tabloyu oluşturan Lunatic'e teşekkürler..