29 Ağustos 2010

Unutulmaz Replikler / 6

 

"Eğer yanıtlarım seni korkutuyorsa o zaman korkutucu sorular sormaktan vazgeçmelisin.."

-Ucuz Roman- 


“Sana kadınları sorsam, neleri sevdikleri hakkında bir sürü şey sayarsın.. Belki birkaç kere yatmışsındır da.. Ama bir kadının yanında uyanmanın ve mutlu olmanın ne demek olduğunu söyleyemezsin.. Sana savaşı sorsam Shakespeare’den bahsedersin değil mi? Ama hiç savaş görmedin.. En yakın dostunun, kafası kucağında son nefesini verirken, sana nasıl baktığını görmedin.. Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın.. Ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın.. Sana gözleriyle hükmedecek birini hiç görmedin.. Tanrı’nın seni cehennemden kurtarması için indirdiği meleğin o olduğunu hiç düşünmedin.. Onun meleği olmak nasıl bir şey, bunu da bilmiyorsun.. Bir aşkı sonsuza dek paylaşmayı da”

-Can Dostum-


“Dünyada özel insanlar vardır.. Özel olmayı biz istemeyiz.. O şekilde dünyaya geliriz.. Her gün yollarda yanınızdan geçer gideriz.. Ve genelde fark edilmeyiz”

-Push-


Stansfield; Fırtınadan öncesindeki şu sessizlik anlarını seviyorum.. Bana Beethoven’ı hatırlatıyor.. Duyabiliyor musun? Sanki kulağını çimenlere dayamışsın da, onların büyüdüğünü duyabiliyormuşsun gibi.. Böcekleri duyabiliyorsun.. Beethoven’ı sever misin?
Malky;
Pek sevmem..
Stansfield
; (silahı alır) Sana biraz çalayım..

-Leon The Professional-

 
”En heybetli düşünceler bile çok sık duyuldugunda gülünç olurlar..“
-Postacı-


“Toplumlar, kendi devletlerinden korkmamalı.. Devletler, kendi toplumlarından korkmalı.. Bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür.. Sembollere anlam kazandıran insanlardır.. Tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir..”
-V for Ventetta-


”Beni hapiste vurdular ölmedim.. Hastalandım, bi' ciğerimi orda bıraktım, gene ölmedim, çok dövdüler beni, kan kustum ama ölmedim, yaşadım, seni bir kez daha görebilmek için yaşadım.. Şimdi bana dediler ki; kimse sesini duyamıyormuş.. Susmuşsun.. Benimle de konuşmayacak mısın Keje? Sesini duyamayacak mıyım?” 

-Eşkiya-


”Bir hayata mâl olan özgürlük, özgürlük değildir.. Bir özgürlüğe mâl olan hayat da, hayat değildir..”

-İçimdeki Deniz-

28 Ağustos 2010

Fenerbahçe Spor Kulübü Şirketi ve Sonuçları

Yönetimin vermiş olduğu sözleri tutmamasına istinaden verilen yeni sözler, yeminler, Stoch, Dia, Niang gibi yenilikler, Alex`ın akıbeti hakkındaki sorular, Aykut bilmecesi, takımın kötü gidişatı gibi aslında önemli fakat çözümü zor ve günü kurtarmaya yönelik olgularla vakit kaybetmenin pek birşey değiştireceğini hiç sanmıyorum.. Bugüne kadar söylendiğinde `kötü çocuk` muamelesi gören insanların anlatmak istediğini buradan kısa bir özet geçerek ifade etmek derdim..

4 maçta Avrupa macerası sona erdi.. Yaşanan teknik direktör krizi, istenilen oyuncuların alınamaması, alınan oyuncuların gecikmesi gibi bu süreçte önemli rol oynayan olaylar silsilesinin sorumlusu tabiki Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetimidir.. Bu yadsınamaz bir gerçektir, kabul edilmesi gerekendir..

Yıllardır yetersiz futbolcularla büyük hedeflere koşmaya çalışan bir kulüp olarak önümüze sunulanla idare etmeye çalıştık hep.. Ve gözümüz öyle bir boyanmıştı ki, yıldızlar türettik haybeden.. Avrupa`nın dev kulüplerini geçtim, önemli liglerin `kafaya oynayan` takımlarından hangisi, `herhangi bir` oyuncumuza talip oldu? Satışından ciddi para kazanabildiğimiz en son Real Madrid`e verdiğimiz Elvir Balic, sonrasında Ali Şen`in takıma kazandırdığı ve satışından ciddi gelir elde edilen Jay Jay Okocha ve Fenerbahçe`ye pek bir fayda sağlayamayan fakat kariyeri tartışmasız olan Nicolas Anelka`nın Bolton`a satışı..

Severek takip ettiğim Hürriyet yazarlarından Alper Dülgerci`nin bu konudaki cümleleri olmadan bu yazı eksik kalır; "Selçuk`u Newcastle bonservis bedeli ödeyerek alır mı? Villareal gelip birkaç milyon euro önerir mi Baroni`ye? Aziz Yıldırım`ın Mehmet Topuz`a ödediği parayı Wolfsburg verir mi Aziz Yıldırım`a? Eskilerden Tuncay, Manchester United diye çıktı yola, o da Stoke`ta kümede kalmaya oynuyor.. Bir evvelki takımı düşmüştü hatırlarsınız.."

Bu takım yıllardır ikinci sınıf futbolcularla `idare ediliyor`.. İdare etmek tanımı çok yakıştı cümleye, onun için tırnak içine alırken huzur içindeyim.. Yeni değerler çıkmıyor değil, elbette ki çıkıyor ve devam edecek.. Fakat Gökhan Gönül`e milyon eurolar vererek alan kulüp çıkar mı, peki ya Volkan`a, yoksa onlarda mı bonservis bedeli ödenmeden uçacak Kadıköy`den?

12 yıldır 4 şampiyonluk gördük Aziz Yıldırımla.. 24 yaşındayım, 6 şampiyonluk gördüm.. Akranım olan Galatasaraylı bir vatandaş ise 1 Uefa Kupası, 1 Süper Kupa,  9 Lig Şampiyonluğu sevinci yaşamış.. Sportif başarıda amatör branşları öne sürerek kirletmeyelim artık daha fazla.. Barcelona Basketbol Takımı, Euro League`i almamış olsaydı geçen sene, ne kaybedecekti ünvanından, şöhretinden.. Kimse gururumuz olan amatör branşlarımızı öne sürmesin..

12 senede 11 farklı teknik direktörle çalışmak, üstüne bir de basın/medya ilişkileri, dışarıdan sevimsiz gelen bir Fenerbahçe yaratılma süreci, transferlere dökülen milyon eurolar ve en önemlisi kurumsallaşma adına yapılan, futbol takımından ziyade, profesyonel bir şirket yaratan yöneticiler.. Fenerbahçe Spor Kulübü Şirketi`in tabiki taraftarı olamaz, müşterisi olur..

Nasıl ki, sokaklarda milyonlarca Fenerbahçeli çocuktan daha masum değilse parlak krampon giyen şımarık jejyonerlerin Fenerbahçe sevdası, ayıracaksın o zaman müşteri ile tribün sevdasını benimsemiş taraftarını.. Yaralamayacaksın daha fazla onları..

Ve birileri çıksın artık ortaya..
Çok sevdikleri Fenerbahçe`ye zarar vermesinler daha fazla..

Kovulan 11 teknik direktörden başka bu başarısızlığı sahiplenebilme cesareti göstersinler..

Bu defa masumlar ödemesin bu işin bedelini..

24 Ağustos 2010

Soldan Atak Antu.com'da


Soldan Atak'ın 100. yazısı güzel bir haber olsun istedim.. 

2006'dan beri forumlarında cirit attığım, yazdığım, sinirlendiğim, bıraktığım, döndüğüm, çok kişi tanıdığım, çok kişiyle tartıştığım, zamanında ciddi mesai harcadığım antu.com'da, artık anasayfada yazacağım.. Forumlardan gelerek anasayfada yazmaya başlayan ve  bu işi çok iyi yapan üstadlar Ziya Aktürer ve Bozkurt K.Yılmaz'la birlikte, nacizane bende artık oradayım..

Selamlar, sevgiler..

Yağmurlu Bir Günde Görmüştüm Seni Karaoğlan..

Mert Nobre, Tayfun Korkut, Mustafa Doğan, Ali Güneş, Mehmet Yozgatlı, Fahri Tatan, Rüştü Reçber gibi sadece son yıllarda Fenerbahçe'den Beşiktaş'a geçen oyuncular silsilesine bir yenisi daha eklenerek bu şerefe nail olan topçular kervanına, 26.04.2007 yılında oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş karşılaşmasında -ki Ali Koç'un aylarca ceza almasına sebep olan maçtır- Şükrü Saraçoğlu koridorlarında Fenerbahçeli Aurelio'nun, Beşiktaşlı Ricardinho'u kovalayarak koridorda sıkıştırdığı, öncesinde kimliği belirlenemeyen şahıslar tarafından tartaklandığı, akabinde son darbe yine Aurelio'dan geldiği, yani kısaca sağlam bir kaç yumruk attığı ve Ricardinho'nun Beşiktaşlı yöneticilerin kolları arasında yere yığılmasına sebep olan olayın kahramanı Aurelio, Beşiktaş'a transfer olmuştur..

Uzun cümle devrik olur, biliyorum.. Sağlıklı bir dil kullanarak kendimi kasmak istemedim.. Konuştuğum gibi yazdım.. Tek cümle yukarıdaki paragraf.. İkinci bir cümlem yok.. Ya da var lan.. Bi dakka..

Beşiktaş forması giyen yuvarlak Emre Aşık'tan parmak yiyerek taciz edildiğini iddia eden ve kameralarla tespit edilen Mert Nobre'nin o takıma kaptan olması..

Sinema işte bunlar..
Asıl merak ettiğim şey;
"yağmurlu bir günde görmüştüm seni, üstünde çubuklu formalar vardı" diye sevgi pıtırcığı şeklinde mırıldanırken, sahada bu karaoğlan'ı gördüklerinde utanacaklar mı, sindirebilecekler mi?

Bence ederler..
Haydi hayrını görün..

18 Ağustos 2010

Alex & Hagi / İyi


Türkiye'nin en 'iyi' yabancısı kim?

"İyi" ne demek..
"İyi"den kastımız ne bizim..

Çocukları en çok seven mi?
Yoksullara yardım yapan mı?
Şarapçılara çorba parası veren mi?
Otobüste yaşlıya yol veren mi?

Hangisi iyi?
İnsanlık namına pek yorum yapamam ama, Alex futbolu 'iyi' biliyor..

Dağılabilirsiniz..

16 Ağustos 2010

Semih'e Açık Mektup, Ama Çok Açık..

Semih, naber?
Çok rahatım hacı, böyle geyik yapar gibi girdim mevzuya.. Bir baskı yok üzerimde, ama bunun sebebi karşımda olmaman, beyaz sayfaya bakıyor olmam, buradan istediğim gibi sallamam veya övgüler düzmem, yani klavye başında olmam sebep değil bu rahatlığa..

Seni artık eskisi gibi önemsemiyorum..
Hem rahatım, hem direkt girdim konuya bak, iyi bence böyle..

Önemsemiyorum Semih kardeşim seni..
Yıllardır bizim Raul'umuz Semih'tir demiştik, hep savunduk seni.. Bizim evin ahalisiydin, mahallemizin evladıydın, kaptanlık verdiler, sadece ona yakışır dedik.. Bizden gibiydin işte, sanki tribünde omuz omuza yapmışız, sonra sen maç başlamadan sahaya inmişsin, top peşinde koşturuyorsun gibiydi..

Fakat ne zaman ki dün 4-0 yendiğimiz Antalyaspor maçında kaptanımız Alex çıktı oyundan, o Zeki Rıza'ların, Lefter'lerin, Can Bartu'ların, Oğuz Çetin'lerin takmış olduğu 'emanet' kaptanlık pazubandını istemedin, götürdün Emre'ye verdin, o anda neler yaptın farkında değilsin..

Bu hareketinle çeşitli sıkıntılarla boğuşan Fenerbahçe'yi ligin ilk maçında muazzam bir skorla ve futbolla kazanmasına karşın yeni bir gündem çıkardın piyasaya.. Dolaylı olarak müthiş zarar vereceksin kulübüne.. Ne dolayı, direkt zarar vereceksin tek bir hareketinle.. Malzeme arayan medya seni yazacak, kulüpte artık kalmak istemediğini yazacak, "Niang gelirse ben giderim" diye yazılanları ama bizlerin inanmadığı o haberlerin üzerine gidilecek.. Aykut'a en çok destek vermesi gereken oyuncuların başında gelmen gerekirken ne bu çelişki..

Ne yaptın Semih?
Haklıyken haksız duruma düştün..

Federasyona Fenerbahçeyi şikayet etmek gibi birşey değil bu.. Kaptanlık pazubandını veremezsin kimseye, kabul edememek gibi bir lüksün yok.. Semih, özür diliyorum ama, birinci kaptanın sana vermişse eşekler gibi yapacaksın o kaptanlığı..

Emre, Fenerbahçe'nin 3. kaptanıdır.. Senin sahada olduğun sürece onu ikinci kaptanlık mertebesine ulaştırmaya yetkin yok senin.. Böyle bir misyonun yok.. Görevin var, yapacaksın..

O pazubanda yakışacak kol bulunur..
Bak çizgi üzerinde senin o komik hallerine eminim ki içten içe gülen bir Gökhan Gönül var..

Semih, seni artık önemsemiyorum..

10 Ağustos 2010

Ya Ben Lan Tamam Bişey Demiyorum


Memleketim aydınları Twitter'dan ülkeyi kurtarma girişimleri içerisinde bulunurken, söylenenleri kabul etmeyen fakat konuşmayan, daha doğrusu cevap vermesi gerekirken sesini çıkartmayanlara sitem ederekten, bade süzerekten, büyük yürekli Küçük İskender'e teşekkür ederekten, bilmeyenleri de aydınlatmak amacıyla önce bir özet geçmekte fayda var..

Örnek Kemalist olarak gösterilen, sanatıyla takdir edilesi, benim gergin yurttaşımın saygı göstermediğinde ayıplanması uygun düşen, yani uzun cümle devrik olacak, biliyorum ama, silesim yok pek, işte tüm bunlara sebep olan Fazıl Say, memleketimin aydını, Twit Twit ilerlerken usuldan, çekti okları üzerine..

Nedeni ise Twitter'da yazmış olduğu "Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum" cümlesiyle başlayan ve bu yavşaklığın Fazıl'ın taraftarı olduğu sandığı Fenerbahçe'ye bulaşmasıyla devam eden ve literatüründe bu mevzuyu farklı kelimelerle anlatamayan ve arada bir yine Twit'lereyek "çok sinirlendim, afedersiniz" babında mesajlar yazan saçmalıklar silsilesi ile kendisini Nihat Doğan'dan pek farkı olmadığını gösteren, sadece bir 'ünlü' yapan olaylardır O'nu eriten..

Küçük İskender'in; "Fazıl, saçmalayan bir dünyalıdır. Arabesk bu coğrafyanın dillerinden biridir.. Amerika'da blues tarla işçilerinden, caz kerhanelerden, İngiltere'de punk varoşlardan, tamamiyle rock ezilmişlerden doğmuştur. İstisnalar hariç hepsi isyankardır. Arabesk ise Türkiye'de ezilmişlerden doğmuş ama isyan edememiş, kendini geliştirememiştir. Ancak bu, arabeski aşağılamayı, icra edenleri ve dinleyenleri yavşak konumuna getirmez. Ben dinlerken yavşaksam, bana bu hakareti eden rönesans bozuntusu elitist Fazıl da, fazıllar da amcıktır. Elini sürmesin o piyanoya. Kirletiyor.. Siktir git Fazıl. Seni artık Chopin bile sevmiyor.." diyerek, bir kez daha fethetti gönlümü İskender!

Fazıl, tüm bunların üstüne yine Twit'leyerek "Bir haftadır kendimi tutuyorum ama 37 yıldır Fenerbahçeliyim. 3 bin nüfuslu İsviçre köy takımına elenme yavşaklığından utanıyorum!" diyebilme lütfuna erişmiş bir aydındır..

Şimdi, Fazıl;
Uzun uzun yazmaya gücüm yok pek..
Fakat, ve lakin, akabinde ve detayında;
"ya ben lan tamam bişey demiyorum.."

Çaylar İsmet'ten!

Kısacık bir hikaye bu, güzel insan Rastafari Hakan hocamın kaleminden..

o malum yere,
çatonun yerine gidiyoruz,
günlerden pazar,
ağustosun 17'si,
akıllarda o uğursuz gün var,
sanki bişeyler konuşsak konu dönüp dolaşıp o güne gelecek,
sanki böyle susunca herşey bitmiş,
unutulmuş,
hatta belki de hiç yaşanmamış varsayılacak...
bizim şoför (Nihan) seri kullanıyor arabayı,
kızımla (Deniz Naz) arkadayız,
yavaş sür diyoruz,
sarsma bizi..
hava tarifsiz sıcak,
Deniz Naz'ın albümünü dinliyoruz,
kendi seçti şarkıları,
sırasıyla çalıyor,
4- peynirli pizza, Hepsi söylüyor,
ardından bana bir masal anlat baba Derya Köroğlu,
3 numarada 100 yıl önce doğdu şanlı efsane yer alıyor,
hep birlikte tempo tutuyoruz..
17 ağustosu unuttuk..

Havran - Akçay arasında,
tek gidiş tek geliş şerit olan yoldayız,
yolun sağlı sollu kenarlarında tabelalar var,
ben de tabelaları okuyorum,
birinde şöyle yazıyor,
"organik köy kahvaltısı verilir"
bu ne ki len?
hem organik,
hem köy,
hem kahvaltı,
ulen diyorum kendi kendime,
etkili oluyor herhalde cümlenin başına "organik" kelimesini koymak,
kesin kandırdıkları oluyordur..

derken başında organik olmayan bir tabela görüyoruz,
gözleme ayran..
budur deyip hafif topraklı yola girip şoföre arabayı parkettiriyoruz,
büyük bir çeşme yapmışlar buz gibi su akıyor,
4-5 adet masa var,
masaların üzerinde asmalar tamamen kapamışlar hain güneşin ışınlarını..
en kenardaki masaya oturuyoruz,
derken o geliyor..

hafif kulağıma eğilip sadece benim duyabileceğim tonda soruyor;
"abi feneriumdan mı aldın onu?"

adı İsmet..
12-13 yaşlarında,
merak ettiği küçük bir çanta FB amblemi olan,
Nihan almıştı bikaç yıl önce,
hediye babında..
"evet" dedim,
devam etti ismet,
"2 hafta önce fenerium tırı geçti buradan, ayvalığa gitti, el ettim durmadılar, aslında dursalardı, bi tane güiza forması alacaktım, bir atkı, bir de çanta.."

içimden;
"ah be İsmet onları parayla satıyorlar,
bedava dağıtmazlar ki.." diyecektim,
koynundan küçük bir kese çıkardı,
"tam 100 ytl var abi, bu yaz biriktirdim, dursalardı alacaktım, ama yarın yine geçecekmiş tır, bu kez önüne bile atlarım gerekirse..."

gözlerim ıslandı,
öylece kalakaldım,
hani o an sihirli lambada ki dev olsaydı da,
sorsaydı,
dile benden 3 dilek sahip diye,
1 derdim tırı getir,
2 derdim Güizayı getir formasını imzalasın,
son olarak İsmet'e taraftar kartı, hem de platin olanından..

İsmet yaz boyunca orada çalışıyor haftada 40 ytl alıyormuş,
köyü çalıştığı yerin bir-kaç km uzağında,
okulu eve epey bir uzakmış,
her gün 5-6 km yürüyormuş,
bazen diyor İsmet,
yolun kenarına geliyoruz arkadaşlarla,
okula giderken bizi alıyorlar,
yürümekten kurtuluyoruz,
kışın çok zor oluyor..

3 gözleme 3 ayran ardından 4 çay ısmarlıyoruz,
hiçbirşey konuşmadan,
yiyoruz,
içiyoruz,
Deniz Naz soruyor,
"baba tır neden durmamış?"
"görmemiştir kızım İsmet abiyi" diyorum,
yoksa durma mı?

hesabı istiyorum,
"8 tl versen yeter" diyor ismet,
ben 10 veriyorum hadi üstü senin olsun diyorum,
"sağol abi" diyor,
arkasından bakıyorum,
cebinden biraz bozukluk çıkarıp kasaya veriyor,
bi dakka bi dakka nooldu diye içeri koşuyorum,
ve öğreniyorum,
hesap 11,25 tutmuş,
çayları İsmet ısmarlamış bize..

oradan ayrılıyoruz,
bize okçunun selamını vererek uğurluyor,
biraz eskiydi ama,
çanta İsmet'te..


9 Ağustos 2010

Şehre Yıldız Yağacak..


09.08.2010..
Aslında bu tarih çok şey anlatıyor..
Sadece bir hatırlatma yaparak aşağıdaki manşeti okumanızı rica edeceğim..

9 Ağustos, Uefa Ön Eleme maçları için takım listesi verebilmek adına son gün.. Bu gece 23:59'a kadar liste verilmek zorunda.. Yeni transfer filan.. Anlarsın ya..


28.02.2002 / Milliyet Gazetesi

Bir Açıdan Bataklıktır, Kaybeden Olmaktır..


Taraftarlık üzerine yazılmış onlarca yazının en güzellerinden.. Duygu Hatipoğlu ile M. Berkay Aydın'ın Bastır Ankaragücü isimli kitaplarından.. Şiddetle tavsiye ederim, her 'taraftarın' okuması gereken bir kitaptır..


Taraftar tribünün müdavimidir ve dönem dönem ilişki zayıflasa da ilişkiyi kaybetmeyendir.. Futbolu takip etmenin sadece "topçu hayranlığı" değil, ortak bir şeyler oluşturarak sürece katılmaya çabalamak olduğunu düşünendir.. İçerisinde hiç deplasman kaçırmayana, bol kavga işlerine girenden, deplasmana az gidip, içerideki maçları kaçırmayana, takımının ürününü giymeyi sevenden, "ağır takılıp" ürünsüz gelene kadar çok farklı tipleri vardır..

Önemli ortak özellikleri olarak her an sesin kısılabilme ihtimalinin yüksek olması, maçı ayakta izlemek ve biriktirilmiş anı yığını sayılabilir.. Genelde aidiyetleri sadece kulübe değildir, herhangi bir taraftar grubuna da çeşitli yoğunluklarda bağlı olandır..

İçerisindeki çeşitliliklerden ve anlatmanın zor olduğundan çok çeşitli tanımlamalar yapılabilecek bir tanımdır;
Taraftarlık, deplasman otobüsündeki 'geyiktir'.. Maçı izlemeden gidip gelinen yüzlerce kilometredir.. Taraftarlık hatırlamakta zorlanacak kadar anı biriktirmektir.. Şenliktir.. Taraftarlık kavgadır, abartmadır, bazen yalandır.. Taraftarlık hem sıradan olmak hem aykırı olmaktır.. Dostluktur, sürekli yeni insanlarla tanışmaktır.. Egemen medyaya alternatif oluşturmaktır.. Taraftarlık espridir, ayrıntılara dikkat etmektir.. Hayal kurmaktır, şu acımasız ve ilüzyon dünyasında Behrengi'nin 'küçük siyah balık'ı olmaktır..

Taraftarlık eylemektir, yüksek sesle bağırmak, ses tellerine garezi olmak ve sürekli 'ergen' olma halidir. Aşktır, tutkudur, hesapsızlıktır.. Taraftarlık müziklerden rock'tır, protest olanıdır ve elbette arabesktir; illa klasik batı müziğinden örnek verilirse Beethoven'in Dokuzuncu Senfoni'sidir.. Taraftarlık cop ve biber gazı yeme olasılığının yüksekliğidir.. Kendini Don Kişot
hissetmektir.. Tenefüs zilidir ve tenefüsün kendisidir.. Kimi zaman kurgulanan bir itaattir.. 'Beleş biletle' işi olsun olmasın bu süreci bilendir.. Taraftarlık örgütlü olmaktır.. Kıvılcımlıcı bakışla 'ilkelliktir'. Haylazlıktır, tebessümdür.. 'Sert yapmaktır'.. Her dinlediği müzikte "beste çıkar mı" diye düşünmektir.. Çokça dendiği gibi 'hayata gider yapmaktır'..

Taraftarlık bazen kronikdepresif hal, kimi zaman gülme krizidir.. Sokaktır, gece parkta kalmayı bilmektir.. Kuşak çatışmasıdır, çelişkidir.. Amire, patrona ve yetkiliye bazen içinden bazen kamusal olarak sövmektir.. Ayar vermektir, şakadır.. Yıldızlı gökyüzü, sıkılmış yumruktur.. Bir açıdan bataklıktır, kaybeden olmaktır.. Düğünlerde kesin sahnede olmaktır veya köşede durup
sürekli ters bakmaktır.. Komedi, gerilim, macera ve romantik filmdir.. Çocukluğun Şeker Bayramı anılarıdır.. Havadan ve sudan konuşmaktır.. Efes'in efsane şişesine, sadece bir basit 'şişe' gözüyle bakmamaktır.. Dumandır, sistir, Bob Marley'dir, sokaktır..

Duygudur, tatili sevme halidir, damat Lafargue'nin bahsettiği 'tembellik hakkıdır'.. Getto'dur.. Evde musluktan su içmektir.. Taraftarlık, İtalya'da 'ultras', İngiltere'de 'holigan', Arjantin'de 'barra brava' olmaktır.. Çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikte olma halidir..


21065 adet kombine..

08 Ağustos 2010 istatistiklerine göre;

Ali Sami Yen Stadında satılan kombine sayısı; 7615..

Baba Hakkı'ya saygısızlık yaparak, transferlere istinaden "tarihinin en iyi takımı" yakıştırması yapılan Beşiktaş İnönü Stadında 12876 adet kombine satılmış..

3 senedir şampiyon olamayan, yönetim/taraftar, teknik heyet/yönetim, taraftar/taraftar gibi bir sürü 'ciddi' problemi olan Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu stadı ise 21065 adet kombine satmış..

7 Ağustos 2010

Unutulmaz Replikler / 5




"Doğru ya da yanlış diye birşey yok, sadece popüler fikirler var.."


-Twelve Monkeys/12 Maymun-


"İtalya'da 30 yıl boyunca Borjiyalar vardı.. Yani savaş, kıyım, cinayet.. Ama Michelangelo,
Leonardo ve Rönesans aynı dönemde var oldular.. Oysa İsviçre'de kardeşlik, 500 yıllık demokrasi ve barış vardı.. Ama ne yaratabildiler? Sadece guguklu saat!"

-Üçüncü Adam-


"Bir insanı diz çöktüren hiçbirşeyden hoşlanmıyorum.."

-King Arthur-


"Bazen senle hiç tanışmamış olmayı diliyorum.. Çünkü tanışmamış olsaydık, geceleri yatarken dünyada senin gibi biri olduğunu bilmeden uyuyabilirdim.."

-Good Will Hunting/Can Dostum-


"Normal bir insana asla güvenemezsiniz, çünkü ne zaman sizi aldatacaklarını asla bilemezsiniz.. Ama bir korsana her zaman güvenebilirsiniz.. Çünkü bir korsan, her zaman korsandır.."

-Karayip Korsanları-


"Eminim ki şu lanet zaman diliminde, bir yerlerde şanslı birisi kalp krizi geçiriyor.."

-The Bucket List-


"Bilinç, korkunç bir lanettir.. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin.."

-John Malkovich Olmak-


"Biriyle tanıştığınızda ilk önce farklılıklarınızı görürsünüz ama zaman geçtikçe benzerlikleri farketmeye başlarsınız.. Sanırım tüm dostluklar böyle başlar.. "

-California-


"Böyle bir takım hatunlar var, iki kişinin yaptığına inanmak mümkün değil.. Sanki yapım aşamasında ekip çalışmış.."

-Son Ders Aşk ve Üniversite-


- O zamanlar kaymakamın bir kızı vardı ya..
- Hıı..
- Leman, saçları taa buralarında.. Rüzgarda yürüdümü sanki pelerin sahibi bir balerin gibi oluyordu.. O gün maça gelmiş, ben devamlı terliyorum.. Daha maç başlamadan haa.. Neyse maç başladı, hemen bir korner oldu, korneri bizim Rıfat atmıştı.. Bi' yükseldim topa, ikinci dakkada köşeye taktım topu.. Alkış kıyamet, bir döndüm bizim Leman ayağa kalkmış alkışlıyor..
- Kaç sene kalmıştı o kız burda?
- İki sene; giderken bana bir mektup bırakmıştı "İzmir'e gelirsen ara" diye bende beş sene sonra gittim..
- Eee, bulabildin mi ?

- Buldum, hatta bir de çay içtik.. Ben, o, bir de kocası.. O ara golü yemişiz de haberimiz yok anlayacağın.. Burası için en güzel lafı Sadık Hoca söylemişti kardeşim..
- Ne demişti?

- Hayal kırıklığının başkenti demişti..


-Vizontele-

1 Ağustos 2010

Türk Telekom Arena Açılış Maçı


Türk Telekom Arena diyorlar aslında, lakabı bile var stadın; Peşkeştepe, Seyranttepe gibi.. Büyük olay oldu, kaç yıllık proje.. Halen daha inşaat.. Tıpkı şuan Ali Sami Yen stadının, Şişli Belediyesinin haritasında 'inşaat alanı' olarak gözüktüğü gibi..

Kaç günde biter, bilinmez.. En kral mühendis bile kestiremez sanırım ne kadar sürede biteceğini.. İktidarın bile bu kadar yardımına rağmen, peşkeş çekilmiş olmasına rağmen ve onlarca rağmen sayabilmeme rağmen, henüz bitmedi.. Artık şahsi fikrim; ulan bitse şu stad, siz de kurtulsanız, biz de..

Acaba diyorum, stadı Fenerbahçe maçı ile açmaya yürekleri yeter mi Galatasaraylı muhteremlerin?
Bence yeşillik olur, güzel olur..

Zira şöyle bir durum var;
Tam tarih bilmiyorum fakat Şükrü Saraçoğlu stadının eski halinde yapılan ilk gece maçı için Galatasaray'ı tercih etmiş ve 2-0 yenmiştik.. Sonrasında Okul Açık tribünün açılışında da Galatasaray ile karşılaşmış ve bu defa 2-0 kazanmıştık.. Akabinde ve detayında Maraton tribününün açılışı ise Rapaic'in ayağından gelen ve Mondragon'ın kariyeri boyunca ceza sahası dışından yediği ilk gol olan ve 1-0 kazandığımız, 4 kırmızı kartlı biten maç ile olmuştu..

İşin özü;
Türk Telekom Arena'yı, Fenerbahçe maçı ile açmaya ne dersiniz?
Yüreğiniz yetecek mi mercanlar?