2 Ocak 2011

Büyük Ada'nın Delikanlısı!


Gitmeden önce tablo, poster benzeri birşeyler yaptıralım dedik.. Kararlaştırdığımız gün içerisinde izinli olduğum için bana düştü hastane odasına asmak için yapılacak hediye tablo işi.. Ortak bir kararla Büyük Ada ziyaretine gittiğimizde açılan O'na istinaden açılan bir pankart ve o pankartı tutan güzel insanlar topluluğunun bir fotoğrafı.. Zaman bol olduğu için tembelliğe vurdum işi, haftaiçi bir gün olduğundan insanlar işten çıkıp gelecekler tabi.. Ben de buluşmadan 2 saat önce çıksam yeter diye düşündüm.. Kadıköy Yazıcıoğlu'nda büyük bir Ozalit'e uğradım önce, tıpkı banka gibi işliyor.. Vize dönemi herhalde, çözemedim tam mevzuyu, içersi öğrenci kaynıyor.. Banka dememin sebebi sıra numarası filan alıyorsun, bekledikten sonra senin numaran yanarsa -ki ne kadar sürer bilinmez- işini halledip paşa paşa gidiyorsun.. Halbuki benim damardan muhabbete girecek bir adama ihtiyacım var, onlar beni makineye yönlendirdiler.. Olmaz öyle.. Sıra numarası aldım yine de, ne olur ne olmaz hesabı.. Çıktım dışarı sigara içmeye..

Ateş isteyen elemana sordum, var mıdır buralarda yakın bir ozalit diye.. Hemen paralel sokakta olduğunu söyledi, hafiften indim ben de o paralele doğru.. Aynı ayarda bir dükkan, fakat az önceki kadar yoğun değil.. Buyrun diyen adama istem dışı elimi uzattım ki ilk selamlaşmadan sonra o damardan muhabbete gireyim istedim.. Önce meramımı teknik olmayan bir dille "usta bir fotoğraf var, onu çıkartıp çerçeveye koymamız gerek, burada halledebilir miyiz" diye sordum, "tabi yaparız" gibi kestirip atan bir cevap aldım haliyle.. Biri boynumda, diğeri elimde olan iki atkı dikkatini çekti konuştuğum personelin, "hangi takımlısın" diye sordum ki bu benim planladığım sohbetin bir parçası, az önceki dükkanda yapamazdım, makine cevap veremezdi galiba.. Fenerbahçe der demez "hocam bak, Vamos Bien'i bilir misin" diye sordum ikinci cümleyi planlayamadan, 'bilmez miyim, biliyorum abi' dedi de rahatladım.. "Hehh işte, Vamos'tan bir kaç arkadaşımla usta Lefter'i ziyarete gideceğiz şimdi, senden çıkartmanı istediğim o fotoğraf onunla alakalı, göreceksin zaten.. Nasıl bir çerçeve yaparız şimdi, bir göstersene.. Hastane odasında kalacak, bak senin yaptığın iş sonuçta, sana da güzel anı olur" diyerek inceden akmaya devam ediyorum.. "O zaman güzel birşey yapmak gerek kardeşim, bi dakka" dedi ve uzaklaştı, sanırım dükkan sahibinin yanına gitti.. Duvarda arkadan ışıklandırılmış, kalın kağıtlı ama tablo gibi duran, çerçevesiz ama oldukça pahalı gibi duran bir örneği göstereren "bundan yapalım mı" dedi, ben de coşmuştum artık, "yapalım" dedim, onlar fiyat konuşurken darlandım, bir sigara molası daha.. 90-100 liraya kadar patlar diye düşünürken hesap makinesinde 68 rakamını gördüm, dükkan sahibi kendi kendine konuşarak ordan kesti burdan kesti, son rakamı görmedim ama şunu duydum "hiç almasak çocuğa ayıp olur" dedi fısıldayarak ve bana dönerek kararlı bir ses tonuyla "15 lira delikanlı" dedi "ama babanın ellerinden öpün bizler içinde!" diye bitirerek.. 

Müthiş gurur duydum adamla, 'güzel Fenerbahçeli' sıfatına erişmiş.. Aldığı 15 liranın nereye gittiğini de sonradan anladık yanıma gelen Sezgin'le; çerçevesini (kasnak) bize hemen teslim edebilmek için başka bir yere yaptırdı ve muhtemelen onun maliyeti.. O kadar güzel bir adamdı.. Son derece mahçup ve gururlu bir şekilde içten teşekkürlerimizi sunup ayrıldık.. Elimizde koca poşetle metrobüse bindik, toplandık hastanenin önünde..

8 kişi kadardık ve Lefter'in torunu arkadaşımız Özlem'in bizi karşılamasıyla içeri girdik.. Tabi asansörden çıkmadan önce ciğerim Kerim'in "kurumsallığın gözünü seveyim, otel gibi hastene lan" gibi bir cümlesi kıkırdamamıza sebep oldu.. Yukarı çıkarken durumun pek farkında değildik, ya da hissettirmiyorduk ama, titremeye başlamıştık artık.. Çocuk gibiydik hepimiz, odaya girmeden "hastanedeyiz, sessiz olalım, gözgöze gelirsek güleriz, aman ha" gibi uyarılarla kata ulaştık nihayet ve indik asansörden.. İndiğimiz anda sanki başka bir dünyadaymışız gibi, odaya vardık, Lefter'in güzel yüzlü eşinin elini öptük, yorgunluk vardı gözlerinde.. Kızı ve torunu Özlem.. Üçü de yanıbaşındaydı babamızın.. Önce biraz onlarla sohbet ettik, ama aklımız içerde.. Camın arkasından görüyoruz, e farkındayız herkes orayı kesiyor gözucuyla.. Baba televizyon izliyor, galiba haberler vardı.. Sonra Özlem içeri girip "dede arkadaşlar seni görmeye geldiler, hani Ada'ya da geliyorlar ya hep" diye kısa bir hatırlatmadan sonra "gelsinler tabi" diyerek desturu verdi ve girdik içeri.. O halsizlikle bile hafiften doğrulmaya çalışması bile çizdi içimizi.. Elinden öptük.. Çöktük hemen yanıbaşına, bir güzel süzdü bizi.. Kerim çok uzun boylu olduğu için "maşallah hepiniz cıva gibi delikanlısınız" dedi ve "sağlam durun çocuklar, yenilmeyin tamam mı" dedi, sonra televizyonda Fb Tv açık olduğunu farkederek, U17 maçındaki kahpeliğe üzüldüğünü farzettik.. Haberleri dinlemiş belli ki baba.. Ve bizlere diyordu ki "sağlığınıza dikkat edin, hiç yenilmeyin, hep dik durun" ağzımız açık dinliyorduk, keşke onu yormak gibi bir kaygımız olmasa da sabaha kadar dinlesek..

Haluk abi güzel bir cümleyle "baba iyi görünüyorsun, Ada'ya geçtiğinde oraya geliriz" dedi, zaten hemen başucunda Büyük Ada'nın fotoğrafı vardı.. Reşit abi ise "Ada'ya geldiğimizde balıkları bu sefer biz yaparız baba" dedi, güldü biraz, tebessüm etti.. Evren, Lefter'in elini öperken kendi babasının balıkçı teknesinden bahsetti kısaca, "Şevket'in oğluyum ben" dedi, Lefter ise "sen oğlu musun onun, ben çok severim Şevket'i, çok selamımı söyle olur mu" dedi, hepimiz derin bir nefes aldık içimiz titrerken..

Sonra biraz daha durduk, yüzüne baktık uzun uzun.. Çok yormak istemediğimizden ayrılalım, çıkalım dedik.. Ada'da görüşeceğimize dair sözleştik, eşine kızına ve torunu Özlem'e teşekkürlerimizi sunarak ayrıldık..

Gözgöze gelemiyorduk hala.. O başka dünyadan çıkmış garip mahluklar gibiydik.. Asansörde benim yanlış tuşa basmamla yine eski havamızı yakaladık tabi.. Zemindir diye düşünerek Z harfine bastım ve eksi bilmemkaçıncı kata inmişiz, meğerse Lobi'nin "L"sine basılacakmış.. Tam inecekken Kerim'in "bak burası işte, ışıl ışıl görmüyor musun, sermaye burda dönüyor abi, bildiğin lobi işte" demesi kendimize getirdi bizi..

Sonra..
Sonrası iyilik sağlık..
Lefter iyi, merak etmeyin.. Gerçekten iyi, laf olsun diye yazmıyorum..
Biraz sinirliymiş, haftaya taburcu edilmesi planlanıyor, Ada'ya geçecek çıktığında ve eminim ki Ada'ya gittiğinde zıpkın gibi ayakta olacak.. Sinirli dedim, bazen serumlardan sıkılabiliyor haliyle, fakat sarı-lacivert bilekliği hep sol bileğinde..

Hikayenin başında bahsettiğim biri boynumda, diğeri elimde olan atkıların ikisi de Lefter'deydi bir ara.. Birini boynuna takmak istedi, diğerini koltuğunun başına koyduk.. Üzerinde kendi resmi olan Lefter atkısı onda kaldı kendi isteğiyle, üzerine "tribünler bağırdı binlerce kere / ver Leftere, yaz deftere / bitti kalem, doldu defter / bu alemde kral Lefter" yazıyordu.. "Kara Deryalarda Bir Fenersin" yazan Vamos Bien atkısını ise eliyle geri verdi.. Duracaktı kalbim..

Buraya kadar okudunuz, sağolun dostlar, ince detaylarla belki sıkmış olabilirim.. Unutmayın öğütlerini! "Dik durun, yenilmeyin, sağlam olun gençler" diyordu, çıkmasın aklınızdan..
Fakat herşeyden öte tek cümle benim için çok şeye bedel;

Lefter'in elini öptüm, tamam ama, ben babanın sol ayağına dokundum!


2 yorum:

  1. Kerim'den replikler..eyvallah Giray, teşekkürler o günü tekrar yaşattığın için..

    YanıtlaSil
  2. Çok güzeldi be !
    Ama kısa kesmişsin.
    :)

    YanıtlaSil