15 Mayıs 2010

Sen Koy Adını Bu Saçmalığın


Ne yazılabilir, ne anlatılabilir bilemiyorum.. Her zaman söylediğim birşey var yalnız, 14 Mayıs 2006, bu camianın yaşadığı en büyük travmadır.. Ne rahat olabiliyoruz, ne stresi kaldırabiliyoruz.. Normal olamıyoruz.. Kısacası heyecanımızda, gevşekliğimizde ayarsız oluyor..

Trabzonspor maçı için bilet telaşına düşenler, karaborsacılara meyil vermek 'zorunda' kaldılar (Sözü gelmişken afedersiniz ama onların belası g.tünden gelsin).. Biraz çevresi olduğu zannedilen her insana biletix muamelesi yapmak ayrı bir dert iken, sene boyu piyasada görünmeyen tatlısu Fenerbahçelileri yana yana en umutsuz ses tonlarıyla ararlar ve "haber bekliyorum"la kapatırlar telefonu.. Bu mevzu tribün lügatında artık bir 'klişedir'.. Zincirleme çirkinlikten öteye gitmez..

Çünkü öyledir bu bizim toplumda; havalimanında çalışana free shop sorulur, üç beş kuruşu denk getirip kombine bileti alan vatandaşa 'bu maça gidecek misin' diye sorulur, gsm operatörünün müşteri hizmetlerinde çalışan vatandaşa 'özel numara bulabilir miyiz' diye yakınılır ve bu liste feci bir şekilde uzar gider.. Herhangi bir eve doktor ahbabımız geldiğinde oluşan senaryoyu söylemiyorum bile..

Günümüze dönecek olursak, gündemimizde, yada benim gündemimde çok şeyler var.. Kelime kelime parçalasam bu beyaz boşluğa, çıkan olgulardan tek bir cümle kurmak imkansıza yakın noktada.. Dusseldorf kargoları, koreografi, kombine takas, havaş, meşale, yoğurtçu parkı, pankart, maç sonu, vamos bien, kahvaltı, bilet, rapor, şampiyonluk, organizasyon, set pankartı bla bla..

Zorlasam tüm duyguları yaşayabilirim aslında.. Pazar sabahı çalışacak olan her insan gibi gereksiz bir gerginlik.. Haftaya pazar gününden başlamak ve şampiyonluk sevincinin akabinde sabahın ilk ışıklarında ayılabilmek, dinç görünmeye çalışmak, sakal traşı olabilecek bir yer bulmak ve işe gitmek.. Bunları düşünmek zorunda olmak.. Yada son derece gevşek bir şekilde 'caddeye uğrarız, sonra parka döneriz hacı' geyiklerine 'eyvallah' çekmek.. Kavram karmaşası içerisinde yüreğim çarpıyor..

Ne kıyak olurdu ama derdin tasan olmasa, tek mevzun Fenerbahçe olsa.. İşte aslında güzelliği burada başlıyor zaten.. Hayatının ortasına yerleştiriyorsun ama hep zoraki yaşıyorsun.. Yoksa akıllı insan işimi bakkala ekmek almaya çıktıktan sonra ertesi gün evi arayıp "anne ben Erzurumdayım, merak etme" diye aramak.. Veya askerde ameliyatlık bir durumun olur, koca Girne Askeri Hastanesinde ameliyatından bir gün önce, rütbelilerin arasında, mavi önlükle Fenerbahçe-Galatasaray maçı izlemek, gollerde sesini çıkaramamak, sonra hastane odasında yorgana sarılıp ağlamak, hemşirelerin 'ameliyatını erteleyelim mi' diye sorması ve bir an önce oradan kurtulmak için bu teklifi elinin tersiyle itmek..

"Fenerbahçe sana para mı veriyor"un açıklamasıdır bu işte hayatının tam ortasında yaşamak bu duyguyu.. Hep zoraki, hem son anda.. Bizlerin ortak noktası Fenerbahçe değil, Fenerbahçe zaafımızı belli etmemizdir.. "3-0'dan 4-3" denildiğinde "hangisi" diye sormaktır bu stresli günlerin keyfi.. Efsane olmuş olayları geç, basit şeylerde sinir boşalması yaşamaktır.. Rakip takımın arasında kalmış, tartışan fakat yalnız kalan Olcan'ın yanına gidip tek kolunu omzuna koyup diğer eliyle rakipleri iten Luciano'dur Fenerbahçe.. Bunu yıllarca konuşuruz işte.. Bir garip aşk işte..

18 saat kaldı 18. şampiyonluğumuza.. Bira, sigara, erken kalkmak, disko kralı, dusseldorf kargoları, soldanatak, uyumak gibi kavramların arasında kaldım yine..

İçim daralıyor gülüyorum kendi kendime, sonra duvarları yumruklayasım geliyor, garip sesler çıkartıyorum şarkı söylerim hesabına, kitaplarımı düzeltiyorum arada, bulaşık bile yıkadım az önce, odamdaki tiananmen square posterini düzelttim, şarlo flamalarının tozunu aldım, sigara küllüğünü boşalttım.. Telefon rehberini kurcalıyorum bu saatte kime sarabilirim hinliği, sonra yazı bitsin uyurum diyorum, yazı bitiyor, benim anlatamadıklarımı aşağıdaki video anlatıyor..

Sonra ben gidiyorum..
Hadi eyvallah..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder