30 Nisan 2010

İmzalayamam, Ellerim Çamurlu

Sarı-Lacivertliler‚ Kuzey Londra´da Aston Villa ile oynuyor o vakit..

Hafif sis altında kalmış Londra‚ ancak görüş mesafesini etkilemeyecek bir konumda vuruyorlar ortayuvarlaktaki topa.. Dakikalar ilerledikçe o başbelası sis iyice çöküyor sahanın üstüne.. Hakem oyunun bir süre daha zor şartlar altında sürmesine müsaade ediyor.. Ancak‚ sis yoğunluğu görüşü hemen hemen yok ettiği için karşılaşmayı tatil edip oyuncuları soyunma odasına gönderiyor..

Fenerbahçeli topçular‚ duşlarını alıp giyinmeye başladıklarında içlerinden birinin odada olmadığını farkediyorlar.. Bizim kaleci yok ortada! Yöneticilerden biri "siz çıkıp sahaya bakın hemen" diye talimat veriyor birkaç futbolcuya; hepbirlikte yukarı‚ sahaya çıkılıyor..

Ortadan kaybolan kaleci Selahattin Ünlü'dür ve kalesinde son derece dikkatli‚ üstelik bir metre ilerisi gözükmeyen sis yoğunluğunda boşluğa konuşurken buluyorlar; "bizimkiler de amma bastırdı ha‚ hiç top gelmiyor!"

Kaynak: Metin Gören
Selahattin'i bilmeyenlere hatırlatmak için 1952-53 "küçük şeytanlar" senesini anlatmak yeterli olacaktır.. Fenerbahçe o sene İstanbul Profesyonel Lig´inde namağlup şampiyon olmuştur ve kalesinde bizim soyismiyle aşina Selahattin Ünlü vardır..

Namağlup İstanbul Lig'i şampiyonluğu senesinde‚ 10 yaşında olan Fenerbahçeli bir çocuğun aklında çok yer kaplamıştır ve unutamamıştır o yılları.. Mahalle maçlarında herkes‚ yine o kadroda yer alan Müjdat‚ Burhan ve Fikret olup‚ gol attığında onların ismini bağırırken sokaklarda‚ benim aklıma takılan bu 10 yaşındaki çocuk 'Selahattin' olup gönüllü kaleye geçerdi ve ezkaza kurtardığı toplarda koca sokak 'Selahattin' diye inlerdi!

Bilenler bilir‚ mahalle maçlarında kaleye kimse gönüllü geçmez ve genelde yaşı küçük olanlar gazoz karşılığı kaleye 'geçirilirdi'.. Bu 10 yaşındaki velet‚ hep o yaşta kalacak değil a.. Yaşı ilerledikçe okuldan kaçıp Fenerbahçe'sinin antremanlarını seyretmeye koşar.. Yağmurlu ve akabinde çamurlu zeminli bir antreman vaktinde kalenin arkasında yer bulur kendisine ve 2 metre önünde hayallerindeki kaleci Selahattin Ünlü vardır.. Hiç bu kadar yakından seyretmemiştir ve bunun verdiği heyecanla antreman bitimi sonrası atlayıp yanına gitmeye karar vermiştir..

Sağdan soldan bulduğu buruşuk bir kağıt parçasıyla‚ maalesef pek iyi yazmayan kalem ayarlar ve Selahattin'den bir anı kalması umuduyla imzalatacaktır kenarı delik buruşuk boş kağıdını.. Antreman biter‚ bizim heyecanlı genç atlamak için etrafı kolaçan ettikten sonra ritmi bozulmuş hızlı kalp atışlarıyla Selahattin'e doğru koşar ve "Selahattin abi gözünü seveyim imzala şunu" der renksiz ses tonuyla‚ soluğu kesilmiştir çünkü.. Selahattin çocuğa bakar ve "imzalayamam‚ ellerim çamurlu" der ve arkasını dönüp hızlı adımlarla gider.. Cevap verememiştir bizim genç‚ kalakalmıştır öyle ortada.. Güvenlik personeli gelip çıkarmıştır onu kızarak‚ o da imza alamamanın vermiş olduğu sinirle biraz ters gitmiştir.. Ve kırılmıştır‚ artık gitmeyecektir antremanlara‚ maçlara..

"bi imza be‚ versen ne olurdu sanki‚ çamuruna kurban!"

Yıllar sonra bizim asi genç‚ uğruna başkoyduğu tiyatro sahnesine çıkmıştır artık.. Arena‚ Ulvi Uraz ve Genar tiyatrolarında çalıştıktan sonra kendi tiyatrosunu kurmuştur.. Ülkenin önemli tiyatrolarında‚ çok ses getiren oyunlar yapmıştır.. Bunun yanında sinema filmleri oynamaya başlamıştır artık.. Senaryolar yazıyor‚ sinema filmlerinde başrol oynuyor‚ ve artık usta bir tiyatrocu olmuştur.. Üstelik 1998 yılında ülkesinin Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı ünvanını almıştır..

Meşhur olmanın o sıkıntı veren durumlarını sıkça yaşamıştır.. Onu her gören fotoğraf çektirmek ister‚ soru sorar‚ yolundan çevirir.. Yolda öyle serbest dolaşamayacağını çoktan anlamıştır fakat buna rağmen sadece Kadıköyden kopamaz! Bir gün elleri cebinde Haydarpaşa'dan‚ Rıhtım'a doğru yürürken‚ ellerinde pazar torbaları olan yaşlı‚ uzun boylu bir amca yaklaşır ve yüzünde hafif gülümsemesiyle torbaları bırakıp ceketinin iç cebinden bir kağıt fotoğraf çıkartarak "merhaba‚ bu benim torunum‚ sizi çok seviyor‚ bunu imzalarsanız ona götürmek istiyorum‚ çok sevinir" der‚ böyle güzel konuşan bir adam kırılmaz ki.. Bizim usta tiyatrocunun cevabıyla şok olacaktır bu ihtiyar; "imzalayamam‚ ellerim çamurlu"..

Yaşlı adam şaşırır.. Elleri tertemizdir bu adamın‚ üstelik bu adam yalancıdır‚ saygısızdır.. Adamın nefret dolu bakışından çekinen tiyatrocu "şurada bir çay içelim mi üstadım" der ve lafını bitirmeden hayır cevabını alır.. Daha sonra yaşlı adamın yüzüne güzel bir gülümseme atarak der ki "Selahattin ağabey‚ ben sana şaka yaptım‚ imzalarım torununun fotoğrafını‚ ama bir çay içelim önce" der ve ikna eder inatçı ihtiyarı..

Bu tiyatrocu yıllar önce Fenerbahçe'nin antreman sahasından kovulan‚ hayranı olduğu kaleci Selahattin´den bir imza bile alamayan‚ sırf bunun hıncından yıllarca maça gitmeyen genç çocuktur.. Şimdi daha ağırbaşlı tabi‚ zaman buldukça gidiyor Papazınçayırı´na‚ inat etmiyor.. Çay bahçesinde konuşurlar ve herşeyi anlatır Selahattin ağabeyine.. Yıllar öncesinde yaşanan olayı‚ ona olan saygısını‚ mahalle maçlarını‚ herşeyi anlatır.. Ve Selahattin Ünlü çok geç kalmadan müsaade isteyip kalkmak ister.. Vedalaşıp ayrılırlar..

Bizim ünlü tiyatrocu çok sonra verdiği röportajda şu cümleyi kullanıp içimi çizecektir; "Selahattin ağabey ile o ilk ve son görüşmemizde içim huzur doldu.. Sanki birşeyler eksikti geride‚ ve şimdi tamam oldu.. Lakin bir daha onu göremeden vefat haberini almam çok üzdü beni.. Rahat uyu Selahattin ağabey"

Fenerbahçe bu..
Ne canlar kazandık‚ nicesini kaybettik..
Fakat bütün hikayelerimizde hep Fenerbahçe var..
Teşekkürler usta tiyatrocu Zeki Alasya‚ rahat uyu Selahattin Ünlü..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder